MARMARA´yı vuran sel felaketinin haberleri ve görüntüleri geldikçe insan dehşete kapılmadan edemiyor. Otobanlarda mahsur kalan araç konvoyları... TIR´ların, çatıların, ağaçların üzerine çıkmış yardım bekleyen insanlar. Yardım gelmeyince kendi başlarının çaresine bakmaya çalışanlar... İstanbul burası. Altyapısı olmadan üstyapısı kurulan, taşıyamayacağı kadar yük sırtlanan, bize rağmen güzel ve baki kalan, yıpranan ve yıpratan koca şehir.
* * *
Amerika´da Katrina Kasırgası olduğu dönemde oradaydım. İlk bakışta o da aniden gelişen ve insana kendi aczini hatırlatan bir doğal felaketti. Meksika Körfezi´ni vuran olağanüstü şiddetli kasırga, fazla değil, sadece birkaç saat içinde New Orleans kentini bir büyük felaketin eşiğine sürükledi. Yüz binlerce insan konvoylar halinde şehri boşalttı. Kaçamayan yirmi altı bin kişi devasa stadyuma sığındı.
Evler, bahçeler, binalar, yollar talan oldu. Ama Katrina Kasırgası´nın bir başka özelliği daha vardı. Gelişmiş bir ülkede bile yetkililerin ne kadar aciz, uygulamaların nasıl da yanlış ya da yetersiz olabileceğini gözler önüne sermesi...
Bu yüzdendir ki kasırgadan hemen sonra Amerika´da büyük çapta bir soruşturma açıldı. Medya var gücüyle konunun üzerinde durdu. Yerel ve ulusal gazeteler bu konuyu irdelerken; televizyonlar ve radyolar yayın üstüne yayınlar yaptı. Böyle bir felaketin neden yaşandığı ve bir daha yaşanmaması için neler yapılabileceği üzerine kapsamlı analizler yapıldı.
Bu dönemde Amerika´da pek çok yetkili, televizyon ekranlarından özeleştiride bulundu. Uzmanlar uzun raporlar kaleme aldılar. Bunlar aynı zamanda halka açık tutuldu. Ve en önemlisi, Katrina´nın etkisi altına aldığı tüm yerlerde yeniden bir yapılanmaya gidildi. "Kasırga öncesi" uygulamalar ile "kasırga sonrası" arasında ciddi bir mesafe kaydedildi.
Bu kıyaslamayı yaparken Marmara´daki sel felaketinin Katrina Kasırgası ile aynı boyutta olduğunu iddia etmiyorum. Ama nasıl ki Katrina sonrası Amerikan halkı ve yönetimi kapsamlı bir analiz yaptıysa biz de şimdi benzer bir iç muhasebe yapmak zorundayız. Siyaset, akademi ve basın dünyasında enerjiyi ve vakti başka işlere değil, birbirimizi didiklemeye değil, bu tür ortak davalara ayırmak bir tercihtir. Bu tercihi yapmak durumundayız. Bunu kendimize ve çocuklarımıza borçluyuz.
* * *
Son sağanaklar beklenmedik boyuttaydı. Ama kabul edelim ki daha hafif yağmurlarda da perişanlığın eşiğine geliyoruz. Halbuki İstanbul yağmura yabancı bir şehir değil. Hani hiç yağmur çamur bilmeyen bir yere ilk defa sağanak yağıyor olsa bu şaşkınlığı anlamak mümkün. Ama zaten dört mevsimin dördünü de dolu dolu yaşayan bir şehir burası. Buna rağmen nedendir her yağmur yağışında altüst oluşumuz?
Türkiye´de yaşayan hemen her yetişkin insanın zaman zaman kapıldığı bir his vardır. Aniden bastırıveren bir kasvet, bir koyvermişlik hali. "Tesadüfen yaşıyoruz. Hayatımız sudan ucuz." Sohbet arası böyle deriz birbirimize, yarı kadercilik yarı sitemle. Gıpta ederiz daha gelişmiş Avrupa ülkelerinin standartlarına. Söylenir, şikâyet eder, sisteme olan güvensizliğimizi dile getirir, sonra aynen bildiğimiz gibi yaşamaya devam ederiz.
Bu bir bireysel gayret ve kolektif kültür meselesi. Bu bir idrak meselesi. Ve her idrak değişimi gibi ancak içten başlayabilir. Burada. Şimdi. Şu an. Bu ülkede, bu şehirde bir vatandaşın hayatının "sudan ucuz" olmadığını görmek istiyoruz.
10.09.2009