. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Farklılıklara seyahat

 

Benim çocukluğumda sol elle yazmaya kalkan çocuklar, kararlı bir şekilde sağ elle yazmaya "ikna" edilirlerdi. Doğru birdi. Herkesin birbirine benzemesi şart. Genele uyum sağlayamayanların ileride mutsuz olacağına inanılır, o hayali saadet uğruna genç yaşta kalıplar konulur ve harfiyyen uygulanırdı. Böylece hiçbir art niyet olmaksızın anneler, anneanneler ve öğretmenler habire solak çocukları diğerlerine benzemeye zorlarlardı. Böyle böyle sağ elle yazmayı öğrenen ben de o rahleden geçtim. Şimdi kendi çocuklarıma bakıyorum. Sol elle kalem tutuyorlar. Dokunmuyorum. Laf etmiyorum. Onlar için doğal ve kolay olanı yeğliyorum.

Hoş, diyebilirsiniz ki artık şartlar çok değişti. Solakların "sorunlu" olarak görüldüğü bir dünyadan sol elli olmanın adeta "sevimli bir ayrıcalık" olarak addedildiği yeni bir dünyaya geçtik. Obama da kendince bu sürece katkıda bulunmuştur belki. Ne de olsa Beyaz Saray´da artık sol elle yazan bir başkan var. Medyada solaklık konusunda çıkan yazılar da arttı. Ve hemen hiçbiri olumsuz değil. Dolayısıyla yirmi-otuz sene içinde hayli değişti algılarımız. Artık solak olmak ayıp değil. Ne güzel. Ama değişmeyen şeyler de var: Farklılıklara olan tahammülsüzlüğümüz gibi.

Genele uymayan her ayrıntıya ve ilk bakışta ayrıksı duran her insana düşünmeden verdiğimiz o refleks tepki yerinde duruyor. Sabit ve hoyrat. "Kız gibi kırıtma" diye azarlıyoruz azıcık farklı görünen oğlan çocuklarını. "Karı gibi ağlama" diyoruz delikanlı olduklarında. Ve hislerini hep içine atan erkekler yetiştiriyoruz. Ağlayamayan erkekler. Duygularını, duygusallıklarını bir günah gibi omuzlarında taşıyan.

Farklılıklara nasıl baktığımız, ne kadar tahammül edebildiğimiz ayna tutar bize. İçimize. Kişiliğimize. Bir başkasını kendine benzemeye zorlamak ve benzemediği takdirde aşağılamak kibirden başka bir şey değil. Kibir ise tüm tek Tanrılı dinlerde günahların en eskisi, en belalısı. Eğer tüm arkadaşlarımız, dostlarımız, yakınlarımız hep bizim gibi düşünen, bize benzeyen insanlardan oluşuyorsa, yazık. Demek ki yeterince beslenemiyoruz dünyanın çeşitliliğinden. Oysa devasa bir renk cümbüşüdür kâinat. Her telden, her demden insana yer varsa içinde. Peki bizim yüreğimizin kâinattan daha dar olması için bir sebep var mı?

Diyelim ki hep "kafa dengi" bulduğumuz insanlarla sosyalleşiyor, benzer yayınları takip ediyor, benzer kanalları izliyor, aşağı yukarı aynı kitapları okuyor ve aynılıklar üzerine kurulu bir hayat yaşıyoruz. Öyleyse ruhsal ve zihinsel açıdan tek taraflı besleniyoruz. Habire aynı besinleri yiyen bir insan bedenen nasıl rahatsız olursa, habire aynı fikirleri dinleyen insan da zihnen daralır. Her gün tavuk yersek ne tavuğun kıymetini biliriz, ne diğer besinlerin tadını. Her gün aynı kanaate sahip insanlarla ahbaplık edersek artık ne o fikirleri idrak edebiliriz, ne dünyanın enginliğini, zenginliğini.

Şu dünyada ne öğreneceksek bize benzemeyen, tıpatıp bizim gibi düşünmeyen insanlardan öğreneceğiz. Yani bizim gibi olmayandan. Farklılıklardan. Öteki´nden. Batılı´nın Doğulu´dan, Doğulu´nun Batılı´dan öğrenecek bir şeyi var muhakkak. Alevi´nin Sünni komşusundan, Sünni olanınsa Alevi komşusundan. Kadının erkekten, erkeğin kadından. Gencin yaşlıdan öğrenecekleri var ama yaşlının da gençten. Dindar bir insanın agnostik birinden öğreneceği şeyler var, agnostik olanın da dindar birinden. Bu dünyanın ritmi bu. Nefes alış verişimizin ritmi bu. Almak ve vermek üzerine kurulu. Ne kadar çok verirsek gönülden, o kadar çok genişleyecek elbet bu yürek. Durmayacak kafesinde. Özgür kalacak. Oturduğum yerden, önyargılarıma ve alışkanlıklarıma sığınarak, "Kürtler," "kadınlar", "gâvurlar", "şunlar, bunlar, filancalar... " hakkında atıp tutamam. Zihnimin kapılarını sonuna kadar açık tutmam lâzım. Aşka. Anlamaya. Yaradan´dan ötürü yaradılanı tanımaya ve sevmeye. Habire konuşarak bir yere varamam. Tepeden bir bakışla ahkâm keserek bir arpa boyu yol gidemem. "Öğretmen"den evvel "öğrenci" olabilmem lâzım. "Konuşmacı"dan evvel "dinleyici" kalmam lâzım.

Dünyayı dolaşmak lâzım, dostlar. Daha çok seyahat etmek lâzım. Biz yeterince yolculuk yapmayan bir toplumuz. Daha yeni yeni alışıyoruz ailecek seyahate çıkma fikrine. Bayramlar, Şubat tatilleri, yaz tatilleri gelip geçiyor. Yurtiçi gezilerimiz akraba ziyaretleri temelli. Halbuki yolculuk, insanın tam da bilmediği yere gitmesi, alıştığı ortamdan çıkması, Öteki ile tanışması demek.

Evliya Çelebi duasında sürç-i lisan etmiş. "Şefaat" dileyeceğine Rabbinden, "seyahat" dilemiş. Sonra da biçare, kendini habire oradan oraya kalıbını taşırken, yolculuk ederken bulmuş. Bize de birazcık sürç-i lisan lâzım. Diyebilirsiniz ki seyahat etmek ancak parası olanlara has bir ayrıcalık. Değil öyle, öyle değil. Nice parası olanlar var, en ücra egzotik adalara, lüks otellere gidiyor gene de dünya "görmüyorlar." Dünyayı dolaşmak yatlarla, jetlerle olacak iş değil. Bu işin ulaşım aracı ne uçak, ne tren, ne balon, ne araba. Sadece ve sadece bir binek hayvanı var. Empati Atı. Atlarız empati atına. Yağız, beyaz, hızlı. Süreriz doludizgin, bir başına.

Çok seyahat ederek de dünyayı görmek mümkün, çok kitap okuyarak da. Yeter ki yitirmeyelim empati kurma yeteneğimizi. Yeter ki daralmasın şu göğüs kafesi.

 

04.10.2009

 

İzlenme : 3099
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us