“Dost”, Türkçenin en güzel kelimelerinden. Yalın, şeffaf ve tatlı; insanın ağzında akide şekeri gibi eriyen. “Dost” başka, “arkadaş” başka. Keza “yoldaş”, “kardaş”, “ruhdaş”, “rüyadaş” başka. Öyle güzel ayrıntılar var ki dilimizde, başka dillerde karşılığını arasanız, kolay kolay bulamazsınız. “Sevgi” başka “aşk” başka. Arkadaş bir esinti ise, ferah ve latif; dost kuvvetli bir rüzgâr demek, bir deligüzel yel, saçıp dağıtan, tutup silkeleyen. Arkadaş çiseleyen bir yağmur ise, dost bir fırtına demek. Parçaları yerinden söken, tozu dumana katan, insanı sarsıp kendine getiren.. O yüzden bu kadar azdır gerçek dostlar. Doğası gereği. O yüzden sarılmak gerek sıkı sıkı dostluğun kadife ipine. Ve kulak vermek nabzına, ritmine.
Dostların arasında olmak çöl ortasında kendini yemyeşil bir vahada bulmak gibidir. Kuruyan dilin suya doyar, daralan yüreğin ferahlar, içindeki karamsarlık sisi perde perde kalkar. Dost umut demektir. Faniliğinle, eksikliğinle, kusurlarınla, takıntılarınla çok daha barışık hale getirir seni. Dostun seni seviyordur ya, aynen bu halinle seviyordur ya, sen de kendini daha çok sevmeye başlarsın. Onun gözünden kendine bakarsın. Bir damla içersin dostluğun iksirinden, dünyaya bakışın değişir. Bir yudum daha, sırtın dikleşir, özgüvenin pekişir. Dost hekimdir, lokmandır, şifacıdır. Herkese karşı billur bir köşk yahut camdan bir parça olan kalbin, dostunun elinde lastik bir top oluverir. Dost atar topu yere, vurur duvardan duvara, gene de bir şey olmaz. Lastik top seker, zıplar ama kırılmaz. Dost yalakalık yapmaz, lafı dolandırmaz, diplomasi falan bilmez, çat diye söyler meramını, sözünü sakınmaz. Onun yergisinde iltifat, siteminde sevgi saklıdır. Dost ne dese kızılmaz. Ona kırılmak olmaz. Dosta açılan kredi, yürek kredisidir. Faizsiz. Peşinatsız. Ve yürek kredisinin ne dibi vardır, ne bitimi.
Hayatı boyunca dostları sayesinde ayakta durmuş yalnız bir adamın hikâyesidir bu hafta anlatacağım hikâye. Öyle bir adam ki hep yakın dostlarından güç almış ve hep ama hep kadınlardan dert yanmış. Öyle bir adam ki seneler boyunca benzer hataları benzer bir tutkuyla tekrarlamış. Kadınların kanattığı yaralarını dostlarının yanında sarmış.
ÜNLÜ BİR YAZAR
1930’lu yıllar. Mekânlardan Avrupa. Nazizmin yükselen ayak sesleri. Dört bir yanda Naziler ve Nazi sempatizanları çoğalmakta. Böyle bir ortamda bir adam düşünün. Yaratıcı ruhlu, bakışları insanı delip geçen bir sanatçı. Nice siyasi ve ekonomik badireler atlatmış, hapisler yatmış, kaçak olmuş, sürgünde kalmış, yazmaktan bir an bile geri durmamış ve zaman içinde dünyanın en ünlü yazarlarından biri haline gelmiş. Günlükler tutmuş, Kafka ile bir tutulmuş, Kieerkegaard ve Heidegger’e hayranlık beslemiş, edebiyat kadar felsefenin de içinde olmuş. Öyle bir yazar ki romancılığının yanısıra şairlik, kısa öykücülük, çevirmenlik, edebiyat eleştirmenliği ve yayın yönetmenliği yapmış. “Edebiyat, yaşamın saldırılarına karşı bir savunmadır,” diyecek kadar inanmış yazmaya. Her konuda söyleyecek derin lafları, sürüyle bilgisi var. Böyle bir adam. Bir entellektüel. Ve bu adamı bir fiskede dağıtıveren şey ne Naziler, ne sürgün, ne yaşadığı sıkıntılar. Onu bir oğlan çocuğu kadar narin yapan tek bir konu var: Kadınlar.
Dostları onu bir kenara çekip kadınları bu kadar ciddiye almamasını öğütlediğinde, şöyle yazacaktı günlüklerine. “Kadınları düşünmemek mümkündür tabii ki... Tıpkı ölümü düşünmemenin mümkün olduğu gibi.”
Pavese’nin gözünden bakınca, tıpkı ölüm gibi kadınlar da insanın düşünmekten kurtulamadığı ama düşündükçe huzursuz ve mutsuz olduğu, kendine ve hayata olan güvenini yitirmesine sebep bir konuydu. O da tüm yaşamı boyunca tedirginlik ve karamsarlıkla baktı kadınlara. Peşinden koşamayacağı, koşsa bile tutamayacağı imkânsız bir hayale bakar gibi uzaktan, yılgınlıkla.... Sevdiği de oldu sevildiği de. Ama hiçbir zaman bitmedi kadınlara olan güvensizliği. Kapanmayan bir gedik gibi kaldı ruhunun orta yerinde.
“Aşk, dinlerin en bayağısıdır” diye yazdı günlüklerine. Bir yanı Doğuluydu. Kendi bunu bilmese de. Aşka bakışı Doğu geleneklerinde “kavuşmamayı esas alan” şiir ve masallardan devşirilmiş gibiydi bazen. Sevilen kadın hep uzakta duracak, uzak olacaktı. Aslolan kavuşmamaktı. Kendine eziyet eden adamlardandı. Hep onu sevmeyecek kadınlara aşık oldu, sevenlerden ise köşe bucak kaçtı. “Bize tam bir kayıtsızlıkla davranan kişiye delicesine aşık olmamızın nedeni budur belki de...” diye yazdı. “O zaman kadın mükemmellik duygusunu temsil eder gözümüzde.”
Pavese’nin yazılarını okurken düşünmeden edemem. Bu kadar derin ve duyarlı bir adam, böyle bilgili ve yaratıcı bir yazar, nasıl olur da mesele aşka gelince bu kadar toy kalır, böyle kırılgan ve küsmeye hazır? Ve merak ederim, her yürek sızısında, her gönül faciasında koşa koşa yanlarına sığındığı dostlarını. Onu teselli eden, kırık kanatlarını onarıp yeniden semaya uçuran dostluklarını.....
11.10.2009