BU hafta tüm dünyanın gözleri İsviçre´ye çevrildi. Avrupa´nın en "demokratik", en "tarafsız" ülkesinden gelen haberler son derece şaşırtıcı, üzücü, düşündürücü. Yabancı basında sergilenen fotoğraflara bakıyorum. Özellikle bir tanesi hayli dikkat çekici. Fonda simsiyah minareler; ürkütücü ve soğuk görünüyorlar, adeta silaha benzeterek çizilmişler. Bu minarelerin ruhaniyetle, maneviyatla, huzurla ilgisi yok. Bu resimdeki minareler bilinçli olarak korkutucu çizilmiş. Gölgeleri bile yok, gölgeden ibaretler. Önde, kenarda, gene siyahlara bürünmüş, tepeden tırnağa kapanmış bir kadın duruyor. Ulaşılmaz, sabit, uzak ve tehditkâr bakıyor. Ve posterin üzerinde kocaman harflerle "STOP!" yazıyor. Verilen mesaj gayet net: "Bunlara hayır deyin!"
İsviçre´de haftalarca bu tür mesajlar, böylesine dışlayıcı bir propaganda yayıldı. Ve sonunda halk, posterlerde verilen öğüde uydu. Aynen öyle yaptı. Minarelere "hayır" dedi. İlginç bir şekilde en fazla hayır oyları, Müslümanların yaşamadığı kantonlardan çıktı. Yani zaten minare yapılma ihtimali son derece az olan yerlerden, yani zaten Hıristiyanlar ile Müslümanların çok daha az temas ettiği bölgelerden. Dünya tarihinin hepimize defalarca öğrettiği bir temel hakikat var. Ders çıkarmamız gereken bir hakikat. İnsanlar en çok bilmediklerinden, tanımadıklarından korkuyorlar. Kendilerine ÖCÜ gibi anlatılan bir ötekinden ürküyorlar. En fazla İslam fobisi olan insanlar, hayatlarında hiç Müslüman arkadaşı ya da komşusu olmamışlardan çıkıyor. (Benzer şekilde Hıristiyanlara ya da Yahudilere karşı en fazla önyargısı olanlar da gene hayatlarında hiç Hıristiyan ya da Yahudi arkadaşı veya komşusu olmamışlardan çıkıyor.) Ötekileştirme, bilgisizlik üzerine kurulu bir zan, ne yazık ki bu hep böyle.
Sözünü ettiğim posterler, İsviçre´nin metro ve otobüs duraklarında, alışveriş mağazalarında, meydanlarında haftalarca asılı kaldı. Öyle bir hava estirildi ki, sanki bir tarafta modern ve Batılı dünya var. Bir tarafta da modern hayatı tehdit eden bir düşman. Ve insanlar bu düşmana karşı uyanık olmaya davet edildi. Korkular, zanlar üretildi, komplo havası estirildi. Ve halk, tüm bunlardan etkilendi. Bu tür posterler, totaliter bir rejim tarafından yapılmış olsa, dünya kamuoyu bu kadar şaşırmazdı. Posterlerin estetiği, içeriği ve keskinliği, totaliter rejimlere uygun. Ama burası İsviçre, sene 2010, Batı demokrasisinin merkezi.
*
İsviçre´nin edebiyat geleneği son derece zengin ve derindir. Yüzde yetmişten fazlası Almanca, yüzde 21´i Fransızca, yüzde 5´i İtalyanca olan renkli, dinamik, saygın bir gelenek. Üstelik farklılıklara açık. Hoşgörülü... Ya da biz hep öyle zannederdik. Benim şahsen bu geleneğin içinde en sevdiğim yazarlardan biridir Max Frisch. İsviçre´nin dünyaya kazandırdığı en özgün ve en önemli yazarlardandır. 1911 senesinde doğdu, 1991´de öldü. Öyle kaotik bir dönemde yaşadı ki Birinci Dünya Savaşı´nı, İkinci Dünya Savaşı´nı, Soğuk Savaş´ı gördü. Ötekileştirmenin yanlışlarını ve insanlığa verdiği zararları yakından idrak etti.
Frisch´in yazarlığı kadar filozofluğu da ünlüydü. Hayatı, toplumu, insan olmanın çelişkilerini yakından sorguladı. Öyle ki görmezden gelinen meselelerin üstüne gitti. Ve Frisch, İsviçre´nin kendi kendine yarattığı "ideal demokrasi" imajını hep sorguladı, sarstı. Konsensüse dayalı ideal demokrasinin bir yüzeysel imaj olduğuna, bunun altında nice eşitsizlik ve adaletsizliklerin yattığına dikkat çekti. Kendi toplumunun vicdanı oldu. İsviçrelilerin kendi özgürlüklerinden ürktüklerini ve aslında gündelik hayatın her noktasını tahammülsüzce kontrol etmeye çalıştıklarını söyledi. Bu eleştiriyi bugün yeniden okumakta fayda var.
Zürih´te doğup gene Zürih´te ölen Max Frisch tüm hayatını seyahat ederek, sürekli hareket halinde geçirdi. New York, Berlin ve Roma´da kaldı. Her seferinde özleyerek Zürih´e döndü. Bu kadar sevmekle beraber ülkesini eleştirmekten geri durmadı. Hayatı boyunca kendini İsviçre´ye hem ait hissetti, hem hissedemedi. İsviçre toplumunu "inatçı "olarak nitelendirdi. Duymak istemediklerine kulaklarını kapatan bir inatçılık. Bu inatçılık kalkmazsa İsviçre´nin ne tam özgür, ne tam tarafsız, ne tam hoşgörülü, ne tam demokratik olabileceğini söylerdi. Max Frisch bugün yaşasaydı İsviçre´deki minare yasağına şaşırmazdı herhalde. Hiç şaşırmazdı. Şimdi ben İsviçreli yazar, şair ve filozoflara bakıyorum. Neler yazacaklar merak ediyorum. Frisch´in ülkesinde, derin bir felsefi ve edebi geleneği olan yerde birileri çıkıp da minare yasağının ve ötekileştirmenin ne büyük hata olduğunu yazacaktır herhalde. İsviçre´nin yazarları daha çok konuşsa keşke...
03.12.2009