NİCEDİR ertelediğim bir vefa borcuydu Konya´yı ziyaret etmek ve Konyalı okurlarla bir araya gelmek. AŞK´ı yazarken zihnimde bu şehre defalarca gittim, bir hayal âleminden geçerek ulaştım kapılarına. 13. yüzyıl Konya´sını düşündüm, düşledim. 13. yüzyıl Konya´sının sokaklarında gezdim, meydanlarında soluklandım, insanlarını dinledim. Konya´ya bizzat gitmeyi ise bilerek erteledim. Etkilenmek istemedim. Bekledim. Belki diyeceksiniz ki "İnsan gitmediği bir yeri yazabilir mi?" Yazabilir. İnanıyorum ki edebiyat tam da böylesine bir zihinsel ve ruhsal özgürleşmedir. Bir şehre gitmeden de orayı yazabilir, bir yüzyılı yaşamadan onun ruhunu yaşatabilir, olmadığınız bir insan olabilir, yazarken kendiniz olmaktan çıkabilir, fiziksel sınırların ve fizik kanunlarının dışına taşabilirsiniz. Mümkündür hepsi; ne de olsa hayaller ve hikâyeler âleminde yerçekimi kuralları işlemez.
AŞK yazıldıktan sonra ise Konyalı okurlardan birbirinden güzel mektuplar, e-mail´ler, davetler aldım. Benimle sırlarını paylaştılar, inanca, hayata ve aşka dair sırlarını. Bir şükran duygusu birikti içimde bu koca, tarihi, manevi enerjisi yoğun şehre. Nihayet bu hafta Konya İş Kadınları Derneği´nin davetlisi olarak oradaydım. Sevgili Leyla Alaton ile beraber uzun ve keyifli bir yolculuk yaptık. Unutulmaz bir Konya gezisi yaşadık. Konyalı işkadınları son derece profesyonel ve canı gönülden bir organizasyona imza atarak Türkiye´nin her yerinden ve Kıbrıs´tan yüzlerce kadını Konya´da buluşturmakla kalmamış, buluşma temasını "hoşgörü" olarak belirlemişti. İş yaşamında hoşgörü. Evde, sokakta, okulda, yazıda hoşgörü... Bugünlerde bunca ihtiyacını duyduğumuz "hoşgörü"...
"Hoşgörü" sözünü sıkça tekrarlasak da uygulamaya gelince çoğumuz tökezliyoruz. Nice zaman anlamını yeterince düşünmeden kullanıyoruz kelimeyi. Bir başkasının varlığına ya da tarzına "tahammül etmek" demek değil ki hoşgörü. Ne tepeden bakmak kimseye, ne de "alttakine" lütufta bulunurcasına katlanmak, büyüklük edip ses çıkarmamak. "Hoş görmek" aslında "hor görmek" fiilinin zıddı. Baktığını hoş görmek, güzel görmek; baktığın insandaki ya da olaydaki güzellikleri fark edip çıkarmak ve en önemlisi, kendine benzemeyeni kendinden gayrı görmemek, ötelememek... Hoşgörü bir insanlık sınavı. Nice zaman geçemediğimiz...
*
Konya programında sabah ilk iş, Hazreti Mevlânâ ile Hazreti Şems´in türbelerini ziyaret ettik. Birinci mekâna sinen öyle bir atmosfer var ki içeri girer girmez yakalayıveriyor sizleri. Susmaya, düşünmeye, etrafa daha dikkatli bir nazarla bakmaya davet ediyor. Türbenin ilişiğindeki tarihi eşyaların ve el yazmalarının güzelliği görülmeyecek gibi değil. Burası Türkiye´nin en çok ziyaretçisi olan en önemli müzelerinden aynı zamanda. Son derece iyi muhafaza edilmiş. Layıkıyla korunması için muazzam çaba gösterilmiş. Tarihi pek çok kaynak, bilgisayar ortamına aktarılarak tüm dünyadan araştırmacılara açılmış. Ancak geçmiş yüzyıllardan kalma eşyaların daha iyi şartlarda sergilenebilmesi için mekânın genişletilmesine ihtiyaç var.
Hazreti Şems´in türbesi ise çok daha sakin, daha mütevazı. Bir şey daha dikkatimi çekti. Hazreti Mevlânâ´nın türbesinde çok sayıda kadın ziyaretçi gördüm. Her yerden gelen, her yaştan her kesimden kadınlar. Hazreti Şems´in türbesinde ise daha çok erkek gördüm. Belki de kişilikleri nasıl farklıysa, türbelerinin yaydığı enerji de öyle farklı bugün. Biri ateş idi zira, diğeri su.
Meram Bağları´ndan şehrin modern yüzüne, işkadınlarından lise ve üniversite öğrencilerine uzanan dolu dolu bir gün geçirdim Konya´da. Ve bir kez daha anladım ki tüm dünyayı etkisi altına alan manevi ve mistik bir çağrının bu şehirden çıkması tesadüf değil. Konya´ya gidin dostlar. "Gör beni" demişti ya Şems, Mevlânâ´ya; Konya´da "görülmeyi" bekleyen nice değerler, ne güzel insanlar var.
10.12.2009