MEMLEKETİM... Memleketim inci parçası. Saklasa da kendini zaman zaman, kapansa da içine, güzel ki ne güzel, renkli ki ne renkli. Işıldar, parlar, istiridye içindeki inci misali, Doğu ile Batı arasında bir nadide cevher. Memleketim benzemez başka ülkelere, bir kendine benzer. Batı´nın en Doğulu ülkesi, Doğu´nun en Batılı ülkesidir ya, araftadır nice zaman. Zordur arafta olmak 21. yüzyılda, böyle hoyrat kutuplaşmaların olduğu bir ortamda. Zordur kalıplara uymamak, klişelerden ve kalıplardan geçilmeyen bir dünyada. Memleketim zoru başarır, sentezlerden yepyeni ve yaratıcı sentezler çıkarır. Renklerden bir demet. Çoksesli bir demokrasi. Katmanlı ve kadim bir kültür. Gelenek ile modernitenin dansı. Sanatçılar için sonsuz ilham kaynağıdır. Bereketlidir. Kolay anlaşılmaz, kategorilere sığmaz, karmaşıktır. Gizemlidir. Zengindir. Edepli insanların, gözlerinin içi gülen genç kızların, duygusal delikanlıların, çok şey bilen anneannelerin diyarıdır.
Gergin günler bunlar. Gazeteleri korka korka açtığımız, televizyon haberlerini tedirgin, keyifsiz dinlediğimiz günler. Kardeşin kardeşe şüpheyle baktığı, sokaklarda gerilimlerin yaşandığı bir hafta geçirdik. Bu günlerde memlekete en fazla zarar verecek olan şey, basit gibi görünen dört harfli bir kelime: ÖFKE.
Ta ezelden beri Ademoğulları´nın ve Havvakızları´nın en büyük iki düşmanından biri kibirdir, diğeri ise öfke. İkisine de kapılmak o kadar kolay ki. İkisi de zehirdir halbuki. Üstelik sinsi sinsi zehirlerler insanı, çaktırmadan, kendini ele vermeden. Öfke evvela onu içinde taşıyanı zehirler. Hızla yaşlandırır, yüzünün rengini soldurur, gözünün ferini. Bulaşıcıdır. Bir insandan bir insana, bir gruptan bir gruba hızla yayılır. İnsanlık öfkeye karşı aşı icat edemedi henüz.
*
Bugünkü ortamda en kolayı kızmak, köpürmek. Yangına körükle gitmek. "Öteki" hakkında suçlayıcı laflar etmek. Bugün en kolayı birilerine hakaret etmek, küfretmek, söylenmek. Bağırıp çağırmak, "onlar"ı suçlamak, dışlamak, itelemek, ötelemek, Ötekileştirmek... Kürt-Türk kutuplaşması yaşanmaması için şu öfkeli hallerimizi kontrol altına almak durumundayız. Kim her ne sebepten dolayı her kime kızgın ise, öfkeden kimseye hayır gelmediğini unutmamalı. Sakin olabilmek bir erdemdir. Kızmamak, heyheylenmemek, galeyana gelmemek, kişisel ve toplumsal olgunluk belirtisidir. Meclis´teki milletvekillerinden sokaktaki vatandaşa kadar bugün hepimiz sükûnet ve olgunlukla imtihan edilmekteyiz. Bu sınavı geçebilecek miyiz?
Önümüzdeki iki kazan var dostlar, kazan ki önemli metafordur Osmanlı´dan bu yana. Mutfağımızda iki kazan duruyor yan yana, ikisinde de bir aş pişmekte. Birincisi Çözümsüzlük Kazanı. Fokur fokur kaynıyor. Ağzımızdan çıkan her kem söz, her suçlama, her öfkeli ve kibirli laf ve şiddete dayalı her uygulama o kazana "malzeme" olarak giriyor. Öfke öyle bir aş ki ağulu. Kimse el süremez. Kimsenin karnını doyurmaz. Çözümsüzlük Kazanı´nın yemeğini ne biz yiyebiliriz, ne gelecek kuşaklar.
Beriki kazan ise Barış Kazanı. Onda da bir aş pişmekte. Kürtler ile Türklerin bu memlekette beraberce huzur içinde yaşamaları için atılan her adım, ağızdan çıkan her yumuşak söz, geliştirilen her açılım, şiddetten yana değil huzur ve ahenkten yana her girişim bu kazana "malzeme" olarak girmekte. Aş pişmekte.
Çözüm mü çıkacak kolektif mutfağımızdan yoksa çözümsüzlük mü? Bize bağlı. Beraber ve demokrat yaşamanın kıymetini bilecek ve koşullarını geliştirecek miyiz? Bize bağlı. Meclis´te, sokaklarda, meydanlarda, medyada, okullarda, üniversitelerde ve dahi evlerimizde tek tek her birimizin öfkemizin ayarını sonuna kadar kısmamız gerek. Yoksa öfkeli nefesimizin rüzgârı Barış Kazanı´nın altındaki ateşi söndürür, biz farkında olmadan.
Öfkesiz bir gün, öfkesiz bir hafta, öfkesiz yepyeni bir sene dileğiyle...
17.12.2009