2010´a girerken Türk edebiyatının geleceğini nasıl görmeli? Zaman zaman gazetecilerin bana yönelttikleri bu soruyu bugün ben de kendime sormak istedim. İşte edebiyatımızın bugünü ve olası geleceğiyle ilgili irili ufaklı saptamalar.
Çoğalma ve çeşitlenme: Türkiye´de son dönemde edebiyat ve yayın dünyası dikkat çekecek ölçüde renklendi, çeşitlendi. Yayınevi sayısı arttı. Basılan kitap sayısı ve çeşidi katlandı. Hem romanda, hem kısa öyküde, hem inceleme-araştırma kitaplarında bu zenginleşme devam etti. Yeni yazarlar doğdu. Çizgi roman ve çocuk kitapları gibi alanlara hiç olmadığı kadar ilgi arttı. Genişleyen ve katmerlenen bu ortamda yazarlığın her kademesinden insana kapı açıldı. Kısacası sahnedeki aktörler çoğaldı.
Nicelik artarken nitelik düştü mü? Çok sık dile getirilen bir eleştiri, kitap sayısındaki artışın beraberinde niteliksel bir düşüş getirdiği yolunda. Ancak kanımca bu aceleci bir saptama. Basılan her kitabın aynı nitelikte olmasını bekleyemeyiz. Keza hep aynı türde kitapların basılmasını da isteyemeyiz. Kitap dünyasında her türlü ürüne ve yazara yer var. Birbirinden bambaşka nitelikte eserler yan yana basılır, uzun vadede iyi olanlar kalır, kalıcıdır.
Yeni bir yazarın varlığı bir başka yazarı rahatsız eder mi? Yazarlar egosu şişkin insanlardır. Belki diyeceksiniz ki, tüm sanatçılar öyle. Ama romancıların egosu başka bir şeye benzemez. Ne de olsa roman yalnızlık sanatıdır. Romancı ekip çalışması yapmayı bilmez. Tek başına üretir, kendini biricik, eserini eşsiz zannederek. Bir romancı, uzaktaki bir romancıya empatiyle bakmaz. Romancı, romancıya alttan alta gıcık olur. Halbuki Türk edebiyatının geleceğinin çok daha aydınlık olabilmesi için hepimizin içine sinmiş bu reflekslerin değişmesi lazım. Birbirimizin varlığına, tarzına ve emeğine saygı duymak durumundayız. Bu aynı zamanda tek tek bizleri alıp okuyan insanlara, yani birbirimizin okuruna saygı göstermek demektir. Koltuk sayısı sınırlı bir otobüsten bahsetmediğimize göre, kimse kimsenin yerini almıyor. Kimsenin başarısı bir başkasının başarısına gölge düşürmüyor. Birbirimizi daha yapıcı bir dille ve gönülle değerlendirelim ki daha çok yazar çıksın, daha farklı kategorilerde de kitaplar yazılsın. Her kitap kendi okuruyla buluşsun.
Kitap dünyasına "sektör" demek ayıp mıdır? Her ne kadar biz yazarlar kitapları "manevi" ve "ulvi" düzlemde konuşmayı tercih etsek de, kitap dünyası bir yanıyla genişleyen bir sektör aslında. Ve bu sektörden çok fazla sayıda insan ekmek yiyor. Bu dünyanın genişlemesi, daha fazla editörün, çevirmenin, grafikerin, web tasarımcısının... iş bulması ve kendini geliştirmesi demek. Halbuki "para" hâlâ bir kelime addediliyor edebiyat dünyasında. Türk edebiyatının yeni döneminde yazarların gökte bir fildişi kulede yaşamadıkları, onların da insan oldukları, onların da ev geçindirdikleri, çocuk okuttukları ve kendi emeklerinden para kazanmaları kadar doğal bir şey olamayacağı daha derinden anlaşılacak. Aksi takdirde yazarlık sadece aileden zengin olan insanların yapabilecekleri bir iş olur. Yeni dönemde daha çok yazar, çevirmen ve editör bu işten ekmeğini kazansın ki edebiyata daha çok zaman ve enerji ayırabilsinler.
Vefa duygusu: Bilgi ve kültür bir birikimdir. Her yazar kendi çağının ruhunu taşır, içinde doğduğu kültürün çocuğudur. Bugün görece rahat koşullarda yazabiliyorsak bunu bizden evvel yaşamış şair ve yazarların, eleştirmen ve düşünürlerin varlıklarına da borçluyuz. İsimlerini, eserlerini sıklıkla anmalıyız. Bu bir vefa borcudur. Ve bugünün yazarlarını tek tek ayrıksı tipler olarak değil, bir kültürel süreklilik içinde görmeliyiz. "Yazar ve şahıs odaklı" bir edebiyat ortamından "yazı ve fikir odaklı" bir edebiyat ortamına geçişe ihtiyacımız var.
Popüler edebiyat-yüce edebiyat ayrımı: Yazarların "bir kenarda anlaşılmayan insanlar" diye algılandıkları dönem kapandı. Halka elitist yükseklikten bakan, yazarın okurdan daha "bilgili" olduğunu varsayan ve romancıyı okurun hocası addeden "baba romancılık" geleneği, yerini okur ile yazar arasında kurulan yatay ve eşit "ruhdaşlık" bağına bırakmakta. Popüler olan her şeyin sığ olmadığını görmenin zamanı.
Ve demokrasi: Artık tekeller yok yayın dünyasında. Ne edebiyat eleştirmenleri, ne yayıncılar, ne şairler, ne romancılar... Hiçbirimiz kral ya da kraliçe değiliz. Hiçbirimiz ayrıcalıklı değiliz. Aktörler çoğalırken tekeller kırıldı. Ve bunlar olumlu gelişmeler. Monarşi değil, demokrasi olmalı edebiyat dünyasında. Daha fazla demokrasi...
31.12.2009