Yeni senenin ilk demleri, erken saatleri. Hayattan aldığımız tüm dersleri unutma vakti. Yenilenmek lâzım şimdi. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan neler geçmiş olursa olsun, yeniden başlamanın mümkün olduğuna inanmak. Yılan nasıl geride bırakırsa derisini, ağaçlar nasıl dökerse kuruyan yapraklarını, yara nasıl iyileşirse kabuk kabuk, insan ruhunun da tazelenmeye ihtiyacı var.
Belki de bu yüzden her sene yılbaşında, adeta koşarcasına, bir yangından kendimizi kaçırırcasına uğurlayıveriririz "eskiyen seneyi". Bir an önce yeni sene gelsin ki bizler de yenilenelim isteriz. Kırdığımız kalpler, yaptığımız hatalar, ağzımızdan çıkan laflar, bir türlü bırakamadığımız kötü alışkanlıklar.... Hüsranlarımız, arzularımız, arızalarımız.... Hepsi hepsi sıfırlansa. Sanki böyle yeni bir sayfa açmak, yeni bir "ben" edinmek demek. Ve yeni bir "ben" ise yeni bir kader demek. Ama tazelenirken, bizimle beraber adım adım gelmeyi sürdürenler de var. Hayatımızın değişmezleri onlar ve iyi ki varlar: Dostlar. Dostluklar.
Türkçenin en güzel sürprizlerinden biridir "dost" kelimesi. Başka birçok dilde "arkadaş" ile "dost" tek bir kelime ile ifade edilir. Halbuki Türkçe´de belirgin bir fark vardır aralarında. Arkadaş meltem ise dost rüzgârdır. Arkadaş ezgi ise dost şarkıdır. Arkadaş esans ise, dost buram buram rayihadır. Dost başkadır. Dostlar başkadır.
Yeni yıla dostlarla beraber girdik. Yirmi kişi bir arada. Sadece bir yılbaşı kutlaması, hindili akşam yemeği olmadı bizimki. Hep beraber iki gün boyunca şehirden uzakta kapandık. Gündelik hayatlarımızın hayhuyu ve daim koşuşturmacası içinde hiç yapamadığımız yürüyüşleri yaptık. Çamurlu patikalarda yürümek, bir kuşun uçuşunu seyretmek, göl kenarında sakince oturmak, doğayı solumak, her şeyin ortak olduğu, mutluluğun bulaşıcı olduğu bir komün hayatı yaşamak. Hep bir ağızdan konuşmak ve aynı anda gülmek, ortak esprilere kahkahayı basabilmek. Gündelik hayatımızda sürekli derilerimizin üzerine sardığımız zırhları kaldırmak ve havaya savurmak. Çocuk olmak yeniden. Saf olmak. Katıksız olmak. Tüyden hafif, serçe kanadından masum olmak. Mahalle aralarında bağrış çağrış top oynayan veletler gibi sarılmak birbirinin varlığına. Doğallıkla....
Dostluk bir oyuncak olsaydı, bir müzik kutusu olurdu. Altındaki anahtarı kurduğunda eski, tanıdık bir melodiyle karşılardı bizleri. Ve belki de bir balerin dönerdi içinde. Aynadaki aksine bakan dalgın bir balerin usulca deveran ederdi, öylesine nazenin.
Bir cisim olsaydı dostluk, kaleydoskop olurdu muhtemelen. Göz deliğinden her bakışta farklı bir desen, bambaşka renklerle çıkardı karşımıza. Gün içinde ışığın geliş açısına göre renkten renge, desenden desene bürünürdü. Çeşitliliğiyle büyülerdi.
Bir yemek olsaydı dostluk, tatlı değil, tuzlu değil, acılı değil, ekşi değil, karışım olurdu. İçinde birbirinden bağımsız tatlar yer alır ve bir uyum yakalarlardı beraber. Çünkü dostluk ahenk işidir hep. Bir damla limon, bir damla zencefil, bir kaşık bal, onlarca ayrı baharattan müteşekkil bir karışım.
Bir su kaynağı olsaydı dostluk, göl değil, dere değil; ırmak değil, pınar değil; deli dolu bir nehir olurdu. Çağlaya çağlaya akardı. Öyle tek mevsimde değil yaz kış taşardı. Gürül gürül temposuyla asi ve koyu mavi, köpük köpük sularında nice kelimeler, ne hikâyeler gizli, sadece sularını değil, sularına kapılanları da alıp uzak denizlere taşıyan bir nehir.
Dost hayatın hediyesidir. Aramakla bulunmaz, şans işidir ama kıymetini bilmeden de olmaz. Dostların yaşlanır. Sen yaşlanırsın. Beraber değişirsin. Dostluklarla aynı kalan yoktur. Bu yollarda, kâh hızlı kâh yavaş ama sonunda pişmeyen yoktur. Dost insanı alır ellerine bir hamur parçası gibi yoğurur. Bir bakmışsın değişmişsin. Bir bakmışsın aynı konuşmuyor, aynı düşünmüyor, dünyaya eski gözlerle bakmıyorsun. Şaşırırsın. Ne vakit, nasıl oldu da değiştin böyle anlayamazsın. Dost en fakir ruhu bile zenginleştirir.
Dost aynadır. Senin aynandır. Ruhunun en saklı köşelerini sana yansıtandır.
03.01.2010