"Ne zaman bir başka yazarın başarısına tanık olsam, ben biraz daha öldüm," demişti Gore Vidal, müthiş bir dürüstlükle. Çok az kişi bunu böyle samimiyetle dillendirse de, her yazar kıskançtır. Her yazar kendi dışındaki pek çok yazara öyle ya da böyle gıcık olur. Ama herkes bunu belli etmez. Kimileri duygularını saklar, ipeksi, pastel renkli tüller ardında; kimileri ise dayanamaz, ateş püskürür gibi kelime püskürür orda burda. Bu bir "derece meselesi"dir aslında. Kimimizde ayyuka varır kıskançlık, kimimizde minimumda kalır. Ama hiçbir yazarın kıskançlıktan yüzde yüz arındığını sanmam. Kıskançlık skalasında yüzde 1 ile yüzde 99 arasında bir yerlerdeyiz hepimiz. Bu yüzden işte edebiyat dünyasında ne kavga eksik olur, ne dedikodu. Tesadüf değil yazarların birbirlerini bırakın sevmeyi, okumaya bile tenezzül etmemeleri. Bir yazar kıskandığı bir başka yazarı katiyen okumaz. Öyle biri yokmuş gibi davranır. Romancılar birbirlerinin romanlarını, şairler birbirlerinin şiirlerini, kısa öykücüler birbirlerinin öykülerini okumamakta ısrar ve sebat ediyorlarsa, dikkat buyurun, oralarda sinsi sinsi dolaşmaktadır kıskançlık kedisi. Patilerinde siyah mürekkep!
Belki diyeceksiniz ki bu her meslekte böyle. Ama yazarların kıskançlığı başka bir şeye benzemez. Zira yazarlık, pek çok mesleğin aksine tek başına yürütülen bir uğraş. Ne bir ofis var ortada, ne mesai saatleri, ne çalışma arkadaşları. Yazının insanı asosyalleştiren bir mayası var. Fazla çekilirsen içine, yabani bir rüzgâra kapılır gibi kapılırsın hayallere. Kağıt, sudan bir aynaya dönüşüverir o zaman. İnsan yazdıkça yolculuk yapar kendi ruhuna, bireyin hallerine. "Biz" duygusuyla değil "ben" dürtüsüyle yazar edebiyatçı. Kendini Tanrı zanneder. Tüm bunlar, genel olarak edebiyatçıların "şişkin ego" sahibi olma riskini artırır.
Örnekler o kadar çok ki.... Mark Twain ile William Faulkner arasındaki atışmalar unutulmazdır. Koskoca iki yazar ne demeye birbirleriyle bu kadar uğraşmışlar bilinmez ama aralarındaki kelime savaşı feci boyutlarda yaşanmıştı. Faulkner, Mark Twain´i pespaye bir yazar olarak değerlenip, onun Amerika´da değil de Avrupa´da yaşasaydı asla bu kadar ünlenemeyecek dördüncü sınıf bir yazar olduğunu söylemişti. Sevgili Virginia Woolf kıskançlığın erkeklere has bir rahatsızlık olmadığının iyi bir örneğidir. Pek çok yazar hakkında dikenli sözler sarf ettiği gibi, Somerset Maugham´ı "cani kılıklı, fare suratlı, sokakta görsem korkacağım türden bir adam" olarak nitelendirmişti.
J.K. Rowling´in tüm dünyada yankılar uyandıran Harry Potter serisi çıktığında onu en çok diğer yazarlar yerden yere vurdu. Harold Bloom bu kitapların insanları aptallaştırdığını (ve bir anlamda gene aptallar tarafından okunduğunu) ima eden ağır bir yazı kaleme aldı. Tom Wolfe, edebiyatın iki ünlü ismi John Irving ve John Updike´ı "yaşlı bunaklar" diye eleştirip, bir kalemde harcadı. Norman Mailer, Tom Wolfe´un 700 sayfalık romanının 500 sayfasının gereksiz olduğunu söyledi. Atsan da olur.....
Bir başka meşhur kapışma Paul Theroux ile Nobel ödüllü V. S. Naipaul arasında yaşandı. Üstelik ikili vaktiyle arkadaştı. Ama 1996´da dananın kuyruğu koptu. O sene ikisi de aynı festivalde konuşmacıydı. Beraber sahneye çıktıklarında birbirlerinin yüzüne dahi bakmadılar. Naipaul, Theroux´yu kendi sırtından şöhret kazanmaya çalışmakla suçladı. Theroux da ağır bir yazı yazıp, Naipaul´u, ırkçı, ukala, bencil, kendisinden başka kimseyi sevmeyen, insanları kullanıp kenara atan biri olarak tanıttı.
Türk edebiyatının divası Halide Edip Adıvar hemcinsi yazarlara karşı önyargılıydı. Bırakın onlarla beraber üretmeyi, ortak işler yapmayı, dayanışmayı, varlıklarını dahi görmezden geldi. İlginçtir, başta Mor Salkımlı Ev olmak üzere yazılarında dönemin erkek entelektüellerini ve kimlerden nasıl etkilediğini anlattığı halde, kadın yazarları hep es geçti. Başta Fatma Aliye Hanım ve Emine Semiye Hanım gibi kıymetli kalemleri atlayıverdi. Oysa bu kadın yazarlarla aynı gazetede yazdığı, aynı şehirde yaşadığı ve aynı sorunlarla başettiği düşünülürse, o kadar çok ortak noktaları vardı ki.... Görmek bile istemedi.
Geçenlerde bir müzisyen arkadaşım aradı, şöyle bir laf etti. "Yahu bu hafta bir şiir gecesine katıldım, kendimi edebiyatçıların arasında buldum. Başka yazarların aleyhine durup durup bir sürü laf ettiler. Sen de bolca aldın nasibini bu sözlerden. İnanamadım. Gereksiz yere habire laf geçirmeler.... Orada olmayan insanlar hakkında atıp tutmalar..." Gülümsedim. Bir şey demedim. Ne söyleyebilirim ki? Bizim alemler öteden beri böyledir. Ben de dahil, o da dahil, hepimiz işte hepimiz.... Ne zaman bir başka yazarın başarısına tanık olsak, biraz daha ölürüz biz. Çok azımız bunu bu şekilde itiraf edebilsek de....
07.02.2010