AMERİKA´da yaşadığım senelerde en yakın dostlarımdan biri, mesleğinde hayli başarılı olan üniversite profesörü bir dilbilimciydi. Hem onu, hem on dört senelik hayat arkadaşı ve gene kendisi gibi profesör olan "Adam"ı bu dünyaya gelmiş en temiz kalpli, en merhametli insanlar olarak hatırlıyorum. Bu eşcinsel çifte, üniversite yönetimi, tıpkı evli olan diğer çiftlere verilen tüm hakları sunmuştu. Beraber hayat ve sağlık sigortasına sahiplerdi. Beraber ev kredisi çekip ev almışlardı ve taksit taksit borçlarını ödüyorlardı. Her ne kadar yasal olarak evlenemeseler de herkesin gözünde onlar saygın bir çiftti. Her ikisi de öğrencileri tarafından seviliyor, meslektaşları tarafından saygıyla dinleniyordu.
Bush rejiminin Irak´ı "totaliterlikten kurtarma" söyleminin en yoğun olduğu dönemde, her iki eşcinsel profesörün, Amerikalı neoconların söylemlerini eleştiren nice demokratik etkinlik düzenlediklerine tanık oldum. Her türlü hegemonyaya eleştirel bakan, istisnasız herkes için özgürlük ve eşitlik savunan; Müslüman olmadıkları halde Müslümanların, kadın olmadıkları halde kadınların, Filistinli olmadıkları halde Filistinlilerin hakları için uğraşan bu çifti görmek, gözlemlemek bende derin etki bıraktı.
Bir gün kendilerine, Amerika´da ufacık bir üniversite kampusunda yaşadıkları halde nasıl olup da dünyanın hemen her yerindeki insanların ve azınlıkların hakları için kampanyalar düzenlediklerini, canla başla uğraştıklarını sordum. Verdikleri cevabı unutmuyorum. "Hepimiz birbirimize görünmez iplerle bağlı değil miyiz" dedi Adam. "Kimse tamamen yalıtılmış ya da yalnız değil. Gözden ırak olan gönülden ırak değil. Bizi yaratan Tanrı, hepimizi aynı sınavdan geçirmekte. Birbirimize bir hayrımız, bir iyiliğimiz dokunsun istiyor. Ben Amerikalıyım ama aynı zamanda dünya vatandaşıyım. Hiç tanımadığım bir insanın acısını yüreğimde hissedebilirsem, ona deva olmak için elimden geleni yaparsam, ancak o zaman kendime layıkıyla ´insan´ diyebilirim."
"Galiba hayatımız boyunca o kadar çok küçümsendik, dışlandık, alay edildik ki ötekileştirilmenin ne demek olduğunu biliyoruz" diye ekledi arkadaşım. "Aynı şeyi biz başkalarına yapmak istemiyoruz. Canı yanan insanın, başkasının canını yakması o kadar kolay ki. Biz bu zinciri kırmak istiyoruz. Sadece eşcinsel hakları için değil tüm insanlığın aynı haklara sahip olması için uğraşıyoruz."
Türkçe´de bilge bir söz vardır. "Mazlum, zalim olur" deriz. Çocukluğunda canı yananlardan taş kalpli yetişkinler çıkar. Ezilen insan anını kollar, fırsat bulunca da başkalarını ezmeye başlar. Dayak yiyen gün gelir dayak atar. Horlanan insanlardan korkulası diktatörler çıkar. Ama işte bu eşcinsel çift, bu mazlum-zalim-mazlum-zalim kısırdöngüsünü tam orta yerinden kırmayı başaranlardan. Ezildikleri halde değil bir başkasını ezmek ya da hor görmek, karıncayı bile incitmemeye özen gösterenlerden. Öteki oldukları halde ve öteki oldukları için, kimseyi ötekileştirmeyenlerden.....
*
Cemil İpekçi´nin büyük bir cesaret, özgüven ve açık yüreklilikle Türkiye´de eşcinsellerin haklarıyla ilgili açıklamalarını okurken bu Amerikalı çifti hatırladım. Bu tür konuları konuşmak dün olduğu gibi bugün de kolay değil. Eşcinsel olmak, farklı olmak, temelde "Öteki" olmak kolay değil. Ne Türkiye´de, ne dünyada. Bu konularda en demokrat olduğunu sananlarımız için bile temel bir soru var, kendimize ve yüreğimize sormamız gereken.
"Gün gelir, oğlum ya da kızım bana eşcinsel olduğunu söylerse ne yaparım?" Nice eğitimli, şehirli, Batılılaşmış, "modern" insanlar tanıyorum ki bu soruyu duymaya bile katlanamaz, öfke nöbetleri geçirir. Nice eğitimsiz, "geleneksel" insanlar var ki çocuğunun mutluluğu için onu olduğu gibi kabullenir, her türlü kem söze karşı yüreği kale duvarı gibi metin durur. Soru basit, soru temel. Ve buna verdiğimiz cevap, bizim aslında ne kadar demokrat olduğumuzun, ötekileştirme konusundaki hassasiyet ve samimiyetimizin barometresidir.
18.02.2010