Bir dilden bir başka dile kolay kolay çevrilemeyen kelimeler ya da deyimler, o dili konuşan toplumlar hakkında çok şey söyler. Türkçe´den İngilizce´ye ya da başka bir dile çevirmekte zorlanacağımız kimi sözler vardır. Mesela: "Bizden geçti artık..." Nasıl çevirirsin "Canım bizden geçti artık!" lafını bir Batı diline? Nasıl söylersin aynı bezgin ifade, aynı koyvermişlikle? Henüz kırklı, hatta otuzlu yaşlardaki bir Avrupalı insanın ağzına nasıl yerleştirirsin bu sözü? Olmaz, oturmaz bir türlü. Dilden değil kültürden kaynaklanır fark. Kelimelerden değil, yetiştirilmişlikten... Şimdiye kadar orta yaşlarda hiçbir Avrupalı´dan "Benden geçti artık" lafına benzer bir şey duymadım. Ama Türkiye´de, kendi arkadaşlarım da dahil olmak üzere ne çok insandan işitmişliğim var bu sözü.
Peki biz neden bu kadar çabuk "ihtiyar"lıyoruz? Neden kendimizi daha hızlı yaşlandırmaya uğraşıyoruz? İçimizde ukte kalmış arzular, tamamlanmamış planlar, kimseye söylenmemiş rüyalar... Belki resim sanatına ilgi duymuş kimimiz ya da bir dükkân açıp kendi yaptığı takıları satmak istemiş. Belki bir pasta dükkânı kurmak istemiş vakti zamanında ya da sırtında çanta dünyayı dolaşmak... Ama işte evlilik, çoluk çocuk, iş güç, maddi sıkıntı derken bir türlü fırsat olmamış. Ertelene ertelene kıvılcımını yitirmiş hayaller. Ama hiçbir zaman yüzde yüz kaybolmamış, ince bir sızı halinde kalmış içimizde. Şimdi seneler sonra konu açıldığında kendiliğinden o söz çıkıveriyor ağızdan: "Canım bizden geçti artık...."
Üstelik rol değil. Kandırmaca değil. Böyle konuşan insan kendisi de inanıyor söylediklerine. Bir treni kaçırdığına, hayata geç kaldığına... İstese de artık yapamayacağına içtenlikle inanıyor, önce sen kendini inandırıyorsun, sonra etrafını. Derken etrafın da seni ikna ediyor istediklerini yapamayacağına. Bir sarmal halinde dört bir koldan inandırılıyoruz vaktinden evvel yaşlandığımıza.
Kadınların geleneksel toplumlarda kendilerini daha çabuk yaşlandırmak istemeleri tesadüf değil. Yaş ve yaşlılık kadına erk ve özerklik sağlıyor. Pek çok kadın kendilerinden hayat boyu esirgenen saygıyı kısmen "anne" olduklarında ve esas "haminne" olduklarında bulabiliyor. Yaşlılıkla beraber toplum kadına bilgelik, kutsallık ve dokunulmazlık veriyor. Geçen zaman değil aslında. Geçen tutku. Geçen aşk. Geçen özgüven. Geçen irade. Bunlar gelip geçen şeyler hayatımızda, yoksa saatler değil. Bu ülkede bizim bedenlerimizden evvel zihinlerimiz yaşlanıyor. Dilimiz yaşlanıyor. Kelimelerimiz yaşlanıyor. Cümlelerimiz, deyimlerimiz, ifadelerimiz ve ifade ediş biçimlerimiz. Sonra habire uğraşıyoruz. Botokslarla, özel kremlerle, gençleştirici tedavi yöntemleriyle ilgileniyoruz. Hatta kimilerimiz bu işe tonlarca para ayırıyor. Zaman ve emek harcıyor. Ama tüm bunları yaparken, zihinlerimizi dinç ve genç tutmak için en ufak bir gayret bile göstermiyoruz.
Zihni telaşla yaşlanan bir insanın bedenen genç kalması mümkün mü? İnsanın zihni fikirlerle yenilenir, tazelenir. Zihin okudukça, düşündükçe, merak ettikçe, soru sordukça, yorum yaptıkça, gelişmeye açık oldukça dinçleşir.
Başkasını dinlemeyi bilmeyen insan, yeni bir laf üretemez. Sadece kendini tekrarlar. Yankılar halinde. Okumayı sevmeyen biri kendini geliştiremez. Sadece yerinde sayar. Zihin dediğin nazlıdır. Çabuk sıkılır, pas tutar, yosun bağlar.
***
Bir okur mektubu aldım Kayseri´den. 1980 doğumlu genç bir öğretmen yazmış. Gönlünde bir yerde derin bir edebiyat sevgisi olduğunu söylüyor. Çocuk yaştan itibaren hep ilgi duymuş kitaplara, romanlara. Ama yazmaya nereden başlayacağını bilemediğini, bir türlü cesaret edemediğini söylüyor. Ve bir ifade kullanıyor mektubun sonlarında: "Geç kalmışlığın acısıyla şimdi..."
Nasıl geç kalmak? Kime, neye? Yazıya geç kalmak diye bir şey mi var? Kimisi on beşinde başlar yazmaya, kimisi ellisinde. Kimisi en güzel eserlerini otuzlarında yazar, kimi altmışlarında. Kimi seneler harcar bir romanı tamamlamak için -Goethe gibi- kimi aylar süren bir deligüzel tempoyla yazar -Boris Vian gibi- . Hiçbir yol ötekine üstün değildir, insan yeter ki kendini bilsin, kendine güvensin, sevdiği işi yapsın, yaratmaya geç kalmak diye bir şey yoktur hayatta. Bir tek konuda bu lafa hak verebilirim. Eğer kişi dünyaca ünlü bir balerin olmak istiyorsa ve çocuk yaşta bu işe başlamamışsa, "Bale benden geçti artık" demeye hakkı olabilir. Ama şayet bale değilse derdimiz, insanın kendi yeteneklerini geliştirmesi için asla geç değil. Bizden geçmez kolay kolay, biz kendimizi buna inandırmadıkça...
25 Nisan 2010