|
|
Yazılar |
Zonguldak’a ses vermek |
ZONGULDAK’ta zorlu, ağır bir bekleyiş hâkim. Kaç anne şu anda çocuklarına belli etmemeye çalışıyor yüreğindeki tedirginliği? Memleketin geri kalanı kendi hayhuyunda yaşarken, siyasetin tantanası gündemimizden bir saniye bile düşmezken kaç aile soluğunu tutmuş, eli yüreğinde, yüreği ağzında bekliyor öylece, sessizce.
Yerin 540 metre altı. Kilimli Beldesi’ndeki kömür ocağında meydana gelen grizu patlamasında 30 işçi mahsur kaldı. Yardım ve kurtarma faaliyetlerinde çalışan onlarca, yüzlerce insan mevcut. Profesyonellerin yanı sıra gönüllüler. Teknik ekiplerin yanı sıra bölgeye giden siyasetçiler. Ama yeterince hızlı ilerleme sağlanamıyor. Habersiz geçen her saat, ailelerin ömründen birkaç sene daha alıp götürüyor.
Türkiye, maden işçilerine can güvenliği sağlamada sürekli sınıfta kalan ülkelerden biri. Mesele sadece yerin altında güvenlikli bir çalışma ortamı sağlamakla sınırlı değil. Maden işçiliği dünyanın en zor, en meşakkatli mesleği. Uzun vadede vücutta kalıcı hasarlara, ağır solunum hastalıklarına sebep oluyor. Fiziksel rahatsızlıkların yanı sıra senelerce yeraltında çalışan insanlara ve ailelerine yoğun psikolojik destek vermek gerekiyor. Peki bütün bunları sağlamakta biz neredeyiz?
Karnemizde kaç kırık var?
Bugünlerde hükümetin de anamuhalefetin de gündemi yoğun. Ama şu anda hiçbir şey göçük altında kalan işçilerin hayatları kadar önemli değil. Ne CHP’nin atılımı, ne siyasi çekişmeler, ne dünün kavgaları... Hiçbir şey.
Bakıyorum, kim ne yapıyor. Ne denildiğine değil, ne yapıldığına bakıyorum. Somut adımlar atılıp atılmadığına. Bakıyoruz hep beraber. Bekliyoruz. Kalıcı yapısal düzelmeler görmek istiyoruz. Gelişmiş Batı ülkelerinde de göçüklerin olduğunu hatırlatıyor bürokratlar. Bu doğru ama hem yardım ve kurtarma faaliyetlerinde hem sağlanan sosyal, psikolojik ve tıbbi imkânlarda ciddi bir fark var ortada. 1940’lardan bu yana maden ocaklarında her sene ortalama 50 ila 100 arasında işçi hayatını kaybetmiş bu ülkede. Rakamlar acı. Rakamlar yeterince düzenleme yapılmadığının, bu konuya gerekli ehemmiyetin verilmediğinin en bariz göstergesi.
“Arkadaşlarımın cesetleri arasında ilerleyerek kurtulduğum faciayı, psikolojik tedavi görmeme rağmen asla unutamadım. Yüzlerce arkadaşımızı çok kısa sürede yitirdik. O günler aklıma geldikçe yaşadığım acıyı asla anlatamam” diyor daha evvel bir başka göçükten kurtulmuş bir maden işçisi.
Bugünkü faciada Kızılay’ın iki psikolog yardımıyla ailelere destek vermeye çalıştığı açıklaması yapıldı. Bu nasıl yeterli olacak? O iki psikolog nereye yetişecek? Şu anda yakınları göçük altında kalan ailelerden kaçıyla? Ya da arkadaşlarını kurtarabilmek için yardım faaliyetlerine katılan, bu arada kendileri de zehirlenme tehlikesi atlatan maden işçilerinden kaçına yardım edecekler? Ya da, inşallah yarın kurtulduklarında, bu faciayı yaşayanlardan kaçına yetecek topu topu iki psikolog?
Ve bizler... Zonguldak’ı yazılı ve görsel basından takip eden ama sonra kendi hayhuyumuza dönen bizler... Milyonlarcamız... Biz ne yapıyoruz sahi? Maddi, manevi? Şu koşuşturmaca içinde biraz olsun durup, seneler içinde Zonguldak’ta çekilmiş fotoğraflara tek tek bakalım. Maden işçilerinin resimlerine. Kelimelerin sustuğu bir yerden konuşuyor bu fotoğraflar. Zihnimize değil, doğrudan yüreğimize seslenerek.
Ekmek parası kazanabilmek ve çocuklarını okutabilmek için her gün ölümü göze alarak toprağın altına inen bu insanlar ve onların aileleri yardım bekliyor. Aslında bir ses bekliyorlar. Sadece göçük altından değil. Türkiye’nin geri kalanından, bizlerden bir yardım sesi bekliyor Zonguldak.
20 Mayıs 2010
|
İzlenme : 2847 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|