Bulanlardan mısınız yoksa arayanlardan mı? Bilenlerden misiniz yoksa öğrenenlerden mi?
Katı mı zihninizin halleri yoksa sıvı mı?
Daim öğretmen misiniz şu hayatta yoksa daim öğrenci mi?
Öğretmeyi mi seviyorsunuz öğrenmeyi mi?
Doksan yaşına geldiğinizde de yeni bir şeyler öğrenmekten heyecan duyabilir misiniz yoksa ununu eleyip eleğini çoktan duvara asanlardan mısınız?
Vaktinden evvel yaşlananlardan mısınız yoksa asla yaşlanmamak için uğraşanlardan mı? Ya da yaşını doğallıkla taşıyanlardan mısınız?
Varmayı mı tercih ediyorsunuz gitmeyi mi?
Sahip olmayı mı seviyorsunuz yoksa var olmayı mı?
Bir yere ulaşmadan, ulaşmayı dahi amaçlamadan, sırf gidebilmenin güzelliği için yollara düşebilir misiniz? İlla ki bir paye, bir derece, bir rütbe ya da zaferler için değil, hatta bir "şey" olmak için bile değil.... Yaşamı sırf yaşanılası olduğu için, baldan âlâ, sudan aziz bir iksir gibi yudum yudum içebilir misiniz? Sevebilir misiniz? Karşılıksız, beklentisiz, hesapsız, çıkarsız, özgür bırakarak... Sırf bir başkasının iyiliğini, mutluluğunu isteyerek.
AŞK dışı süslü içi boş bir kelime mi size göre? Yoksa kâinatın özü, cevheri, yaradılışın gayesi mi? Hiç tanımadığınız ve muhtemelen tanışmayacağınız bir insan için dua eder misiniz? Öyle yüzeysel geçiştirerek ya da lafın gelişi değil, derinden hissederek. Ağlaya ağlaya....
Yoksa bütün dualarınız sadece kendiniz ve sizin tanıdıklarınız için mi saklı?
Sizden daha kıdemli, daha başarılı, daha zengin, daha güzel ya da yakışıklı... Velhasıl "daha ve daha" gibi görünen bir insanın iyiliğini en az kendi iyiliğinizi istediğiniz gibi isteyebilir misiniz? Samimiyetle, yürekten... Nefsinizi bir tüy gibi avucunuza yerleştirip uzaklara üfleyebilir misiniz? Şu yeryüzünde insanın insana hayrı dokunması gerektiğine inanır mısınız? Yoksa insanın insanın kurdu olduğuna inanmayı mı tercih edersiniz? Sizce insan denilen mahlûk fıtrat itibarıyla iyi midir yoksa kötü mü?
Her Ademoğlu Havvakızı doğuştan iyi mi gelir bu dünyaya ve sonradan bozulur? Şartlardan, sistemden, toplumdan dolayı... Yoksa doğuştan fesattır da insan, yasalar ve kurallar aracılığıyla mı biraz olsun durulur? Dikey mi bakarsınız hayata ve dünyaya? Hiyerarşik, tepeden, yukarıdan... Sırça köşkünüzden? Yoksa yatay mı bakarsınız? Herkesi eşit bir düzlemde konumlandırarak... En sevdiğiniz şekil kare midir; köşeli, kapalı?
Yoksa çember mi tercihiniz? Durmadan dönen ve yenilenen, her noktanın her noktaya aynı mesafede kaldığı?
Sizin gibi düşünmeyenleri de kucaklayabilir misiniz? Sevebilir misiniz? Yoksa sadece size benzeyenlerle mi yaşamak isterdiniz? Demokrasiyi sadece kendiniz için mi istersiniz? Yoksa herkes için mi? Ekmeğinizi, suyunuzu, hayallerinizi, fikirlerinizi paylaşır mısınız başkalarıyla? Yoksa sadece kendinize mi saklamak istersiniz? Eleştirilmekten korkar mısınız başkalarını habire eleştirdiğiniz halde? Sahi katı mı zihniniz taş gibi, kaya gibi, duvar gibi yoksa su gibi akmakta mı yüreğiniz çağıl çağıl, öylesine taşkın?
Damı akmayan, gemisi su almayan insan yok ki şu hayatta. Varsa da rol yapıyor demektir. Kahramanlar yok aramızda. Kahramanlara ihtiyacımız da yok aslında. Bir zamanlar Bertold Brecht´in dediği gibi "ihtiyacımız olan şey kahramanlar değil, kahramanlara ihtiyaç duymayan bir toplum olmalı." Kimse mükemmel değil. Kimse sandığı kadar diğerlerine üstün değil. Bunu bir anlasak, mantıkla değil yürekle anlasak, ne kibir kalır dilimizde, ne önyargılar zihnimizde.
Mütereddit güzel kelime. Tereddüt besleyen, şüphe eden....
Maddenin nasıl katı, gaz ve sıvı halleri varsa, insan zihninin de aynen öyle halleri var. Maddenin katı hali: İnsanın mutlakiyetçi hali. Maddenin sıvı hali: İnsanın yaratıcı hali. Maddenin gaz hali: İnsanın mütereddit hali.
Mutlakiyetçi zihniyet, köşeli, katı ve keskindir. Kelimeleri kurumuş çimento gibi rap rap dizer üst üste. Dili ustura gibi kullanır. Keser, biçer, kategorilere sokar. "Onlar" ve "bunlar" diye ayrılmıştır dünyası. Ara tonları görmez, göremez. Mutlakiyetçilik bir nevi renk körlüğüdür. Sadece siyah-beyaz bir dünyada yaşar kişi. Nüansları bilmeden.
Yaratıcı zihin, tam tersine, ayrıntıları sever. Fikirlerle doludur. Nobran genellemelerle düşünmez. Nüanslara dikkat eder, ara tonlara. Yepyeni sentezler yaratır. Renkleri karıştırır. Su gibidir yaratıcı insan. Kabında duramaz. Dursa bile sığamaz. Akması lâzım illa ki. Uzaklara, öteye, daha evvel denenmemiş işlere, varılmamış yerlere....
Mütereddit zihin ise mütevazıdır. Öğrenmeye açıktır, kâinatı kitap gibi okumak ister, daima samimiyetle sorgular. Sadece başkalarını değil, kendini de, kendi doğrularını da. Kibirden arınmıştır. Derviştir içi.
Zihnin katı hallerinden sıvı ve gaz hallerine geçmek dileğiyle... Daha çok yaratıcılık, daha çok hoşgörü için.
23 Mayıs 2010