İnsan benim gibi gümüş takı bağımlısı olunca memleketin kültürel dönüşümlerini okumak için yeni bir kapı buluyor kendine: Gümüşçü tezgahları.
İstanbul’un gümüş takı merkezlerinin daimi takipçisiyim; nerede göz göre göre kazık yersiniz, nerede orijinal ürünler bulursunuz, sıradan bir yüzük için nereye kendi geliştirdiğiniz takıları yaptırmak için kime gitmelisiniz, nerede fabrikasyon biter zenaat başlar, zenaat dediğin sanat ile nasıl nerede kaynaşır, bu işin ustaları kimlerdir.. az buçuk bilirim. Gümüşçüler de sadık müşterilerini bilir, ayırt eder. Gümüş bağımlılarının en nefret ettiği şey altıncılarla karıştırılmaktır. Gümüş bağımlıları altın sevmez, zinhar takmaz, altına atfedilen maddi karşılıktan da parıltıdan da şatafattan da hazzetmez. Simkeşler itaat ve hürmet eder aradaki ayrıma. Bir dil tutturmuşuz kendi aramızda, anlaşırız.
Küçümsemeyiniz; kamusal alanda pek az mekan takı tezgahları kadar hızlı ve çevik olabilir esen siyasi rüzgarları takip ederek dönüşmek ve siyaset ile estetiği harmanlamak hususunda. Toplumda yükselen, sistem tarafından pompalanan ya da tam tersine, çeşitli alt kültürlerce üretilen-tüketilen değerleri, bir gümüşçü tezgahında dizi dizi bulabilirsiniz tüm açıklığıyla. Yüzükler, broşlar, bilezikler, anahtarlıklar.. mühürler, şifreler, semboller.. her biri cüssesinden daha öte, daha büyük manalara gelen gümüş şekiller. Bazen sadece yükselen gelen değerleri değil yitirilen giden değerleri de bulursunuz orada; kayıp gitmiş bir uygarlıktan geriye kalan izler gibi.
“Bunlar eskiden yoktu, şimdi herkes rahat rahat takıyor, her gün bir sürü sipariş alıyoruz. İlla da Osmanlı olsun istiyor artık müşteri.” dedi en son İstanbul seyahatimde uğramadan edemediğim gümüşçü Ekrem, tezgahın üzerindeki Osmanlı armalarını göstererek. Adeta Osmanlı’nın tüm ömrü hayati ile özdeşleştirilen, ebediyet ve hakkaniyet atfedilen, oysa ancak imparatorluğun son dönemlerinde, Batılılaşma sürecine paralel olarak üretilen, 2. Mahmud döneminde İtalyan bir ressama sipariş edilen arma-i Osmani. Tuğralar, özensizce yazılmış, kaba saba amblemler, maziye dair ne varsa sembol sembol üstüne, itinayla değil de sırf talebi karşılamak için hemencecik fabrikasyon üretilmiş onlarca malzeme. “Eski”ye atıfta bulunan ama eskilikten nasibini zerre almamış.
Cumhuriyet tarihi boyunca hakim kültürel ve siyasi seçkin zümre nem kapagelmiştir “gelenek” kelimesinden. Sanırsın ki bir tüy yumağı, bakteri yuvası “gelenek” dediğin. Gören hapşırıyor kaşınıyor, alerjik entelijensiya. Onlar hapşuradursun tepki mahiyetinde ortaya çıkan “inadına-sahiplenme-arzusu”nu görmek için gümüşçü tezgahlarına bakmak yeter. “Yeni bir hayat lazım. Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahi bir yere basmak lazım” demişti Tanpınar Huzur’da. Velhasıl, “kökü mazide olan atiyiz”de, sahi mazi neresi, ati neresi? Mazi dediğin ne kadar geriye gider? Hangi dönemleri kapsar? Daha da önemlisi hangi dönemleri kapsamaz ve sahi niye? Elimizde elekler, bağdaş kurmuşuz kamusal alanda, mazi eliyoruz habire. Eleğin üzerinde kalanlar bizim, düşenler bizden değil. Gidenler tarihimizin, kimliğimizin, benliğimizin parçası sayılmıyor. Kemalist-reformist elit kesime inat sahiplenilen tarih eleğin üzerinde kalan parçalardan müteşekkil.
Ne var ki, geleneği görmek, sevmek, sürdürmek kadar onu araştırmak, ciddiye almak, dönüştürmek de şart. Tanpınar’ın zaman anlayışı bir kütle değil, su. Su dediğin akmazsa bulanıklaşır, çağlamazsa kirlenir. Mazi dediğimiz başı sonu olmayan, kıyılarına varılmayan, sınırsız bitimsiz ve lâmekan bir süreç. Süreklilik içinde bir an. Tanpınar’ın mazisi, Bektaşi felsefesindeki “dem” gibi, zikr gibi, tekrara dayanan ama kesinlikle aynılığa dayanmayan bir bitimsiz tekerleme. Tekerrür aynilik demek değil, ne de çember yuvarlak. “Dem bu demdir dem bu dem..” zinciri içinde mazi bizimle, bu anın içinde.
Hamiş: “Geçen haftaki migren yazımdan sonra bana yazarak kendi tecrübelerini aktaran, tedavi yöntemleri öneren, şifalı otlardan kocakarı ilaçlarına, akupunkturdan doktor isimlerine kadar çareler sıralayan tüm okurlara teşekkür ve tebessüm borçluyum, hoşça bakın zatınıza.”
21.11.2004