|
|
Yazılar |
Londra’da bir edebiyat buluşması |
ONLAR arada kalan, bir eşikte yaşayan, uzakta doğan ya da uzaklara gidenler. Onlar Türkiye’nin gündemini takip eden ama o gündeme kendini dahil hissetmeyenler... Ne tam orada ne tam burada, daim araftalar.
Onlar istatistiklerde birer sayıdan ibaret, Avrupa üzerine yazılan makalelerde ve yapılan analizlerde birer figürler çoğu zaman. Ne gerçek sayıları tam olarak biliniyor, ne duyguları ya da fikirleri anlaşılıyor. Türkiye’deki siyasetçilerin ve köşe yazarlarının radarına bile girmiyorlar. Halbuki çoklar, o kadar büyük bir topluluk oluşturuyorlar ki... Gene de birbirlerinden öylesine farklılar. Onlar yurtdışında yaşayan Türkler.
Ve o koca topluluktan bir kesit: Onlar hem Türk hem İngiliz. Hem “buralı”, hem dünya vatandaşı. Onlar İngiltere’de yaşayan Türkler. Kimisi Türkiye’de doğmuş, yetişmiş; sonradan oraya yerleşmiş. Kimisi okumak ya da çalışmak için gitmiş, beş sene sonra memleketine dönüp dönmeyeceğini henüz kendisi de bilmiyor. Kimisi doğma büyüme Londralı. Türkçe’yi hafif bir aksanla konuşuyor. Kimisi tek başına gelmiş, burada bir aile kurmuş. Kimisi kuşaklardır burada. Kimisi Türkiye’den kalkıp gelmiş, kimisi Kuzey Kıbrıs’tan. Sofralarında siyah zeytin, hellim peyniri, ince belli cam bardakta İngiliz çayı.
Aralarında kulağı küpeli delikanlılar da var, başörtülü genç kızlar da. Siyasi mülteciler de var, ekonomik sebeplerle gelenler de. Doktora yapanlar da var, ortaokul mezunları da. Akademisyenler, bankacılar, öğrenciler, ev hanımları, aşçılar, küçük dükkân sahipleri, sanatçılar... Mevleviler, Bektaşiler var aralarında, solcular, feministler, sosyal demokratlar, Aleviler de var, muhafazakârlar da.
Onlar birden fazla dilde rüya gören insanlar. Rüyalarında hem Türkçe hem İngilizce kelimeler görüyorlar. Bazen bir dilde ağlayıp, bir başka dilde gülüyorlar. Kültürlerin, dillerin, ülkelerin arasında bir eşikte konumlanmış halde duruyor; Doğu’yu da Batı’yı da her iki tarafı da biliyor ama hiçbir tarafa meramlarını anlatamıyorlar.
Londra’da unutulmaz bir imza günü ve edebiyat söyleşisi sonrası yazıyorum bu satırları. Imperial College’de 300 kişilik bir seyirci önünde burada bu hafta piyasaya çıkan ve “The Forty Rules of Love” adı altında basılan AŞK’tan okumalar yaptım. Ardından sorulara geçildiğinde seyircilerden bir soru yağmuru başladı. Yazmaya, yolculuklara, kadınlığa, anneliğe, arafta olmaya, göçebeliğe, aşka ve aşksızlıklara dair onlarca soru....
Londra’daki Türk gençlerini görünce insan Türkiye’deki sıcak gündemin kısırlığına daha çok hayıflanıyor. Siyaset sahnesi o kadar hoyrat ve hırçın, yazılı ve görsel medyadaki tartışmalar o kadar şahsi ve uzlaşmaz ki, toz duman arasında hepimizin atladığı bir boyut var; insana, insanlığımıza, incinmişliklerimize, hayallerimize, yalnızlıklarımıza dair bir alan. Siyasetin göremediği o insani boyut.
Yurtdışında yaşayan Türklerin hikâyeleri bilinmiyor, duyulmuyor. Oysa Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek pek çok beyin ve yürek belki de onların aralarından çıkacak. Okuyan, düşünen, farklılıklarla beraber yaşamanın önemini kavrayan, kültüre ve sanata önem veren, kendini daracık bir zihinsel kutuya hapsetmek yerine dünyayla entegre, kültürüyle barışık, kendini de komşusunu da sevmeyi bilen yepyeni bir kuşak geliyor. Duru, samimi, içten...
03 Haziran 2010
|
İzlenme : 3145 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|