Dünyanın ekseni hızla kayıyor, değişiyor. Batı’dan Doğu’ya gidiyor arzın merkezi. Muazzam bir kültürel ve toplumsal açılım var Batı dışında kalan topraklarda. Buraların nüfusları genç, toplumları dinamik, insanları henüz merak duygusunu yitirmemiş. Global dünyaya açıldıkça kazanıyorlar. Aslında artık “dünya” onlar. Her geçen zaman adeta biraz daha kayıyor eksen. Bu değişimi doğru okuyabilen toplumlar önümüzdeki yüzyılın kazananları olacak.
Bu sözleri söyleyen İngiliz bir gazeteci, akademisyen. Bir söyleşi esnasında anlatıyor. Çin’e gidip gitmediğimi soruyor. Gitmediğimi öğrenince “Muhakkak gitmelisin” diye ısrar ediyor. “Oralarda Batılıların kaçırdığı bambaşka bir ritim var. Ne zaman Çin’den İngiltere’ye dönsem saatler yavaşlamış gibi geliyor. Burada zaman geçmiyor.”
“Peki ya İstanbul?” diye soruyorum. Verdiği cevap unutulmaz. “İstanbul’a beş kez gittim. Daha pek çok kez seve seve giderim. Bence İstanbul yeni yüzyılın önde gelen şehirlerinden olacak. Hem bu kadar yaşlı hem henüz bitmemiş bir şehir, her an ve her dakika oluşum halinde.”
Tanıdık bir duygu bu. Ne zaman uzaklardan İstanbul’a dönsem, zamanın hızlandığını fark ediyorum. Burada ritim o kadar yüksek ki günler yetmiyor insana. Bir yanıyla yıpratıcı ve yorucu belki ama asla monoton değil. Başka yerlerde bulamadığınız bir kimya hâkim buraya. Ne Arizona’da ne Kopenhag’da ne Viyana’da ne de Zürih’te hayat böyle yaşanıyor. Oralarda zaman daha yavaş akıyor, tek yapmanız gereken önceden verilmiş düzene ayak uydurmak, o kadar. Belki gündelik yaşam daha kolay bu anlamda ama bu demek değil ki daha renkli. Ne de daha nitelikli.
Geçtiğimiz yüzyılın büyük ve meşhur şehirlerinin yerini yepyeni şehirler almakta artık. Eskiden Paris ya da Viyana dendi mi akan sular dururdu; “kültür başkenti” ve “modernitenin merkezi” olarak sadece buralar anlaşılırdı. Oysa şimdi kültür “elit bir proje” olmaktan çıktı. Kültür dünyası yavaş yavaş o eski seçkinciliğinden sıyrılıyor. Artık caz konserleri, görsel ve plastik sanat etkinlikleri, hatta imza günleri güpegündüz sokak ortasında ve herkese açık bir halde yapılıyor. Artık kültür daha akışkan, daha kozmopolit, daha çok sentezlerle ilerleyen bir hal aldı. Belki de en önemlisi tekeller tek tek yıkılıyor.
Eskiden epi topu birkaç yayınevi, birkaç eleştirmen ve az sayıda dergi vardı edebiyat dünyasında. Şimdi eli kalem tutan ve anlatacak bir hikâyesi olan herkes, bunu yayınlamak için çok sayıda seçenekle karşı karşıya. Okurlar kendi blog’larını oluşturmakta. Kendi dergilerini çıkarmakta. İnternet üzerinden gelişen öyle bir âlem var ki eski kalıpları yerinden oynatacak. Edebiyat eleştirmenliği de yazarlığı da az sayıda insana has bir ayrıcalık olmaktan çıktı, çıkıyor artık.
Yeryüzünde öyle şehirler var ki tamamlanmış onlar. Artık oralarda çok fazla bir değişiklik göremezsiniz. Belki yeni kafeler açılır şurada burada, yeni mekânlar. Köşedeki mağaza, suşi lokantası olur en fazla veya bir kafe dekorasyonunu yeniler, ama işte o kadar. Şehrin genel yapısında ve dokusunda çok büyük bir değişiklik olmaz bu saatten ve bu noktadan sonra.
Bir yanda “tamamlanmış şehirler”, beri yanda “oluşum halinde şehirler.” Şehr-i İstanbul ikincilerden. İngiliz gazetecinin altını çizdiği hakikat buydu. Şanghay gibi, Bombay gibi, İstanbul gibi, Barcelona gibi, Berlin gibi şehirler kendilerini halen yenilemekte ve yaratmakta olan yerler... Hem oldukça eskiler, hem yeni oluşumlara gebeler. Anbean kabuk değiştiren, derisini bir yılan gibi atan bu şehirler henüz evrimlerine nokta koymamış.
Stephan Zweig’i düşünüyorum. Yazar, entelektüel, düşünür... Avrupa’da faşizmin yükselişini gördü. Toplu delilik nedir, bire bir tanık oldu. Umudunun kalmadığı noktada karısıyla beraber intihar etti. Geriye birbirinden derinlikli kitaplar ve bir de intihar notu bıraktı. Tek bir cümle yazılıydı. “Avrupa bitti, dünyamız tarumar edildi.” O günden bugüne Avrupa bitmedi elbette. Ama bir şey var ki dikkat etmeye değer. Avrupa’nın eski şehirleri oluşumlarını tamamladılar. Parantezi kapattılar. Belçika’ya gittiğinizde eleştirmenler Belçikalı sanatçıların monotonluğundan yakınıyor. Çünkü hemen her şey denendi. Her konu islendi. Yeni ve heyecan verici bir şey pek kalmadı.
Kültürde muazzam bir atılım yapmak için Türkiye ve İstanbul hiç bu kadar avantajlı bir konuma geçmemişti. Bu topraklardaki genç yazarların, genç ressamların, genç yönetmenlerin yolunu açma zamanı şimdi. İstanbul yeni yüzyılın yepyeni merkezlerinden olacak.
Tabii eğer biz kıymetini bilebilirsek...
13 Haziran 2010