Kasım 1935’te Kudüs’te doğan, geçen sene 25 Eylül’de ABD’de vefat eden, ardından çokça yazılan, çokça konuşulan ama nedense ısrarla üç aşağı beş yukarı aynı doğrultuda yorumlanan Edward Said sadece çağımızın en eleştirel düşünürlerinden biri değil, aynı zamanda çağımızın en “arafta”, en eşikte kalmış ve en çok yönlü, çok sesli, çok kültürlü düşünürlerinden biriydi.
Bilhassa Türkiye’de, bir sene sonra bugün bile ardından yazılanlara, konuşulanlara baktıkça Said’in bu ikinci özelliğini daha da vurgulama gereği çıkıyor ortaya. Zira Said, tek bir kitaba, tek bir vurguya, tek bir duruşa indirgenecek bir entelektüel değil, kelimenin kadim ve dolu anlamıyla bir “münevver” idi. Ne yazık ki nice okurlarının nezdinde kendi başarısının gölgesinde kaldı son yazıları; sevenlerinin ve sevmeyenlerinin gözünde ekseriya tek bir düzlemde tartışıldı. Varsa yoksa 1978’de yayınladığı “Oryantalizm” adlı kitabı. Nice nice okur Said’i sadece ve sadece bu kitapla özdeşleştirdi. Daha da beteri bu kitabı da sadece ve sadece birkaç paragraftan ibaret bir “Batı-karşıtı argümana” indirgedi. Onun kadar çok üreten, çok yönlü üreten biri için büyük haksızlık ve yanılsama! Çok az okur Said’i daha karmaşık bir düzlemde değerlendirmeye yanaşacak kadar yakından baktı çalışmalarına. Sloganlar analizlere, genellemeler detaylara ağır bastı. Edward Said’in başka başka çalışmaları, başka başka vurguları ikinci planda kaldı. Bilhassa da müziğe olan tutkusu.
Edward Said, salt bir düşünür, akademisyen, edebiyat eleştirmeni olarak değil, bir müzik âşığı, dahası bir müzik eleştirmeni, dahası bir müzisyen olarak da görülmelidir. Müzik ile yazdı, müzik ile düşündü, müzik ile eleştirdi. Müzik nasıl kimlikler, kıtalar, sınırlar ötesine geçebiliyorsa, yazdıklarının da benzer şekilde “göçebe” olmasını arzuladı. Taraftarlarının inatla onu bir Yezidi çemberine hapsetmeye çalışmalarına rağmen o genelde sanıldığından daha uçarı ve daha çok eşiklerin insanı idi. Yazar ile yazılanı birbirinden ayırmayı bildiği için, ideolojik olarak fikirlerine katılmadığı yazarları da okudu, sevdi, kıymetli buldu. Okuma yelpazesi hayli genişti her zaman: Batı edebiyatının mihenk taşları addedilen romancıları, şairleri okuduğu, yorumladığı gibi, akademik yazılarında da sık sık kullandı. Edebiyatta nasıl geniş ise okuma ufku, müzikte de öyle kararlıydı politik bölünmeler ötesine geçmeye. Said, Beethoven, Brahms, Wagner, Schumann, Debussy ve Ravel …ve bilhassa Schubert ve daha nice Batılı müzisyenin çalışmasından beslenen esinlenen son derece iyi bir piyanist idi. Son zamanlarında, hastalığı palazlanıp direnci azaldıkça piyanodan uzaklaşmak durumunda kalsa da, yakın dostlarına itiraf ettiği üzre, sadece müziği sevdiği için değil, bu işin keyfi ya da tutkusu için değil, hayatta kalabilmek, yaşamı ölüme yeğleyebilmek için de takati yettiğince son ana kadar piyano çalmaya devam etti. Kimileri “mücadele devam ederken müziğin ne anlamı var” dese de, Batı’dan gelen her şeyi damgalayacak kadar dar görüşlü olsa da, salt bir kimliğe yapışıp kendini cemaatlerin sesi timsali addetse de Said tüm bunlardan uzak, kültürlerarası bir elçi, sınırlararası bir göçebe ve kimileri bunu duymaktan hoşlanmasa, meseleyi hemen kültür emperyalizmi ya da sınıf ile açıklamaya kalksa da, önemli bir piyanist, iyi bir hedonist ve opera eleştirmeni idi. Bugün Ramallah’ta ilk defa bir müzik okulu dallanıp budaklanmakta Said’in anısına. İsrail vatandaşı Barenboim ile beraber kurdu Said bu okulu 1999’da. Dostluklarının ve sanatın kudretinin, milliyetçi ayrışmalara ağır basabileceği umuduyla. Bugün, elemanlarının çoğunluğunu Ramallah’tan gelen gençlerin oluşturduğu bu okul görkemli konserler vermeye hazırlanıyor; müziğin, siyasetlerin ve siyasetçilerin ötesine geçebileceği ve umudun bittiği yerde yeniden umut verebileceği inancıyla.
28.11.2004