Ne yazık ki bizde son derece az edebiyat eleştirmeni mevcut. “Eleştiren” çok fazla da, bu güzide sanatı bilgiyle, felsefeyle, kuramsal bir birikimle yapan insan, parmakla sayılacak kadar az. Bizde yazıdan ziyade yazarlar konuşuluyor. Bu da aslında hayli yıpratıcı, yorucu. En çok açlığını duyduğumuz şeylerin başında hakiki, has, samimi edebiyat eleştirisi geliyor. Füsun Akatlı böyle bir alanda uzun seneler boyunca aydın bir perspektifle eserler yazdı. Yazılı kültür gibi bir hayli erkek egemen bir dünyada bir kadın, bir akademisyen ve bir düşünür olarak var olması, o saygın yeri ayrıca önemliydi. Onun güçlü kalemi ve soğukkanlı, duru bakışı sadece kendisinden sonra yetişecek edebiyat eleştirmenlerine değil, biz roman ve öykü yazarlarına da yön verdi bunca zaman. Füsun Akatlı’yı yitirdik. Sadece yazarlar, şairler ve eleştirmenler için değil, düşünmeyi ve okumayı seven herkes için şüphesiz derin bir kayıp. Dostlarının, ailesinin, tüm edebiyat dünyasının başı sağolsun.
*
Bir dili sevmek.... Bir dili önemsemek... Pazar günkü yazımın Türk pop müziğiyle ilgili kısmı hakkında çok sayıda e-mail ve yorum aldım. Okurlardan gelen mesajlar inanılmaz güzel, mizah dolu ve dostaneydi. Dertleşircesine. Meğer ne kadar doluymuş herkes bu konuda. Bunun yanı sıra pop müzik dünyasına senelerini, emeklerini veren çok kıymetli sanatçılardan gayet pozitif telefonlar ve e-mailler geldi ki, yürekten müteşekkirim. Öte yandan beni yanlış anlayanlar da oldu ve bu hakikaten hiç arzu etmediğim bir şeydi. Adeta ben edebiyat kulesine oturmuş, oradan söz yazarlarına ahkâm kesiyormuşum gibi bir hava doğdu. Keza bu da hiç istemediğim bir şeydi. Polemikleri, genellemeleri, kimse hakkında, hele hele basın aracılığıyla olumsuz konuşmayı sevmiyorum. Ve bunları yapmamaya azami özen gösteriyorum. O yüzden şimdi bu yazıyı kimseye “cevap” mahiyetinde değil, sadece bazı noktaları açıklama ihtiyacı hissettiğim için yazıyorum.
NE DEMEDİM?
Bugün pop müzik alanında şarkı sözü yazan herkes istisnasız Türkçe’yi kötü kullanıyor demedim. Böyle bir genelleme yapmak aklımın ucundan geçmedi, geçmez de. Severek dinlediğim nice şarkı varken böyle bir şey demem mümkün mü? Radyoda bir pazar günü köprüde trafiğin sıkıştığı otuz dakika boyunca üst üste dikkatimi çeken pop şarkılardan bahsettim ama katiyen isim vermeden. Yazıda muğlak cümle kurmamın tek sebebi, kimseyi kırmamak içindir.
PEKİ NE DEDİM?
Aslında kişilerden ziyade bugünkü gündelik dile hâkim olan bir eğilime dikkat çektim. Türkçe’ye özen göstermeden, sırf kafiye kovalayarak şarkı sözü yazmanın ne bize ne çocuklarımıza ruhsal bir katkısı olduğunu düşünüyorum. Ha diyebilirsiniz ki, varsın olmasın, bazı şarkılar da “hafif” olsun. Elbette! Ama onu da Türkçe’yi baltalamadan yapmak mümkün.
Ben 1971 doğumluyum. Benim kuşağım birbirinden güzel ve derinlikli şarkı sözleriyle büyüdü. Öyle ki 1970’ler geçip gittiği halde hâlâ bugün o eski şarkıları taptaze duygularla söylemeye devam ediyoruz. O dönemin şarkılarında inanılmaz bir naif damar vardı. Bu damar bugün tamamen kaybolmasa da kıymetini unuttuğumuz zamanlar o kadar çok ki. Elimizin altında bir sözlük bulundurma önerisi ise asla bir hakaret değildir benim gözümde. Ben kendim sürekli elimin altında sözlükle yaşarken ve yaptığım her edebiyat etkinliğinde, her söyleşide herkese daima “Hep sözlük taşıyalım” derken, buna nasıl bir olumsuzluk ya da küçümseme atfedebilirim? Toplumca hepimizin evinde, işyerinde, okulunda daima sözlük bulundurması gerektiğine inanıyorum.
Müziği, sanatın her dalını önemsiyorum. Ama bilhassa dili önemsiyorum. Dil bize doğuştan verilmiş bir hak ya da hediye değil. Sadece bir emanet. Emanetin kıymetini bilemezsek şayet, kayar gider elimizden. Hayatta her şeyde olduğu gibi. Tabii ki Türkçe çalışacağız. Sadece pop müzik alanında söz yazan sanatçılarımız değil, yazarlar, şairler, eleştirmenler de; öğrenciler, öğretmenler de... Her kademeden insan. Hem Türkçe’ye hem bizden evvel yaşamış ve işini layıkıyla, titizlikle yapmış tüm sanatçılara bir vefa borcumuz var.
Yoksa dil yerinde sayar. Hayal gücümüz, düşünce sistematiğimiz yerinde sayar. O zaman biz yerimizde sayarız, hepimiz.
08 Temmuz 2010