. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Miskinliğe övgü

 

Yağmur durmaksızın yağıyor, bende bir bezginlik. Halbuki ne çok severim böyle havaları. Güneşli günlerden, baharın çığırtkan enerjisinden daha fazla severim. Ama işte ruhen koyversem de kendimi, biliyorum ki ben hiçbir zaman "bezgin" olamadım. Severim miskinleri. Miskinliğin felsefesini. Ama bir başka meziyet, başka maharet onlarınki.

Tanırsınız onları. Daha ilk bakışta kendilerini belli ederler. Zaten saklanmak gibi bir gayeleri yoktur ki. Evde bir koltukta dalgın dalgın roman okurken, yağmurlu bir sabah saatlerce camdan dışarı bakarken, derin tefekkür halinde bulabilirsiniz mesela. Ya da deniz kenarında salaş bir çay bahçesinde çaylarını yudumlarken, tostlarını yerken, gazeteleri kayıtsız bir ilgiyle karıştırırken görebilirsiniz. Akar giderler hayatın içinden, telaşsız, öylesine. Çünkü ne bir unvana yetişmektir gayeleri, ne de bir an evvel işe gitmek, kâr etmek, para kazanmak. "İlla da yükseleyim, billa da şunu yapayım, bunu kotarayım, şunda bir numara olayım" derdinde olmamışlardır hiçbir zaman. "Toplum" ya da "sistem" kelimelerini sık kullanırlar, kendilerini ayırarak. Kimileri "bohem" der onlara, "şehir bezginleri" demek daha doğru belki de.

Bohem kültürün çıkış yeri Fransa. Modernleşmenin en derin felsefi ve sanatsal eleştirileri aldığı yer de orası. Charles Baudelaire bir zamanlar demişti: "Bütün meslekler insan ruhunu kemirir durur. Bir tanesi hariç: Şairlik."

Kemirir ruhumuzu hırslarımız, kariyer, şöhret veya para pul telaşımız. Bir fare gibi sessiz, derinden ve sinsice. Ufak ufak ısırıklarla kemirir içimizi rekabet duygusu. İktidar iptilası yer bitirir insanı. Bir koltuğa sevdalanmak tüketir adamı. Tuzaklarla doludur bu hayat. Nefsimizin tuzaklarıyla. Düşer düşer çıkarız. Dizlerimiz yara bere içinde. Şair bile olsan bu böyle. Önemli olan nefsin çukurlarına düşmemek değil, düşünce çıkabilmeyi becermektir.

Baudelaire ve onun gibi bohemler, alışıldık burjuva hayat tarzına alternatif mahiyetinde hiçbir şey yapmamayı, kendi kendinle asla yarışmamayı, para-kâr-hırs-kavga dörtlemesine kapılmamayı öğütlemekle kalmadılar sadece. Mesela Gustave Flaubert´e göre, "Burjuvazinin hallerinden haz etmemek aklın başladığı noktadır." Bu bakışa göre, ilhamla beslenen, kelimelerle sevişen şairler hariç, hemen hepimiz her an ve bilhassa uzun vadede ruhlarımızı yitirmekteyiz. Ya da naifliğimizi.

Zamanla Fransa´dan çıktı, dalga dalga yayıldı bohem kültür. 1968 hareketinin tarihsel öncülerinden biri oldu. Parıltılı şehirlerden, alışveriş merkezlerinden ve burjuvazinin hallerinden uzaklaşmak, Jack Kerouac tarzı yollara düşmek, azıcık para azıcık tasa ile yaşamak, hayatı daimi bir yolculuk gibi okumak, daha eşitlikçi ve "tabiata uygun" bir hayat sürmek isteyen nice genç insan vardı. Benzer topluluklara 19. yüzyıl ortalarında bile rastlayabiliriz. Velhasıl içinde yaşadığın sistemi elinin tersiye itip kafa dengi insanlarla beraber bir çiftlikte ipek böceği yetiştirerek, keçi sağarak ya da bir sahil kasabasında balık tutarak yaşama ütopyası sanıldığından çok daha eski. Medeniyetten uzaklaşmak, burjuvazinin parçası olmamak, sisteme ayak uydurmamak, "saf" ve "dışarılıklı" kalmak, toplum ile kendin arasına mesafe koymak özlemi öylesine köklü.

Bugünlerde tüm bohem-bezgin arkadaşlarımda had safhada bir enerji ve moral kaybı gözlemliyorum. Bahsettiğim insanlar nicedir devam eden "dinci-laik", "biz-onlar", "Kürt-Türk", "filancalar-falancalar" kavgalarına anlam veremiyor, sakin ve huzurlu bir hayat arzu ediyor ve katiyen taraf olmak istemiyorlar. Kendilerini yekpare bir kolektivitenin parçası olarak değil, başlı başına birey olarak görmeyi yeğleyen, çok okuyan, çok film seyreden, çok dertlenen, barışçıl, doğasever, daima az biraz melankolik, ama bu aralar her zamankinden de kötümser olan insanlar. İçlerinde Kürtler de var Türkler de. Gençler de var yaşlılar da.

Bir toplumda ideolojik tartışmaların hızlandığı zamanlarda hiçbir tartışmaya girmeden köşesine çekilen ya da alıp başını gitmek isteyen çok insan oluyor. Sesleri duyulmasa da var onlar. Uzaktan bakıyorlar genel ortama: Bir tartışmadır gidiyor gırla. Çetin, kutuplaşmacı, kırıcı sözler telaffuz ediliyor ortada, siyaset ve medya meydanlarında. Her kırılan daha çok kırıyor karşıdakini. Hırpalıyoruz kendimizi, birbirimizi milletçe, memleketçe. Birbirimizden "öteki"ler yaratıyoruz. Anlamadan dışlıyor, görmeden kapatıyor, tanımadan etmeden sevmediğimize kanaat getiriyoruz. Habire farklılıklarımıza yoğunlaşıyoruz, zerre kadar ortak noktamız yokmuş gibi davranarak. Birbirimizi "bizden olanlar" ve "bizden olmayanlar" diye ikiye ayırıyoruz. Arada kalanlara ya da herhangi bir kutba ait olmayı reddedenlere şüpheyle yaklaşıyoruz. Arafta kalanları anlayamıyor, öteliyoruz. Şehir bezginleri, felsefi miskinler ise hep varoluşsal bir arafta yaşıyorlar. Kimseye kin tutmadan. Kamu âlemi bir görerek...

 

11 Temmuz 2010

 

İzlenme : 4067
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us