Dünyanın bir ucunda sessiz sedasız ama sistematik bir şekilde kadınlar ölüyor; hem de daha doğmadan. Ne eşit şans veriliyor onlara, ne de içinde huzurla yaşayabilecekleri bir dünya. Ne sayıları biliniyor, ne hikâyeleri anlatılıyor. Haklarında büyük çapta bir kampanya yürütülmüyor mesela; zaman zaman yazılar çıksa da, insanlık henüz bu konuda yeterince duyarlılık ve ortak bir vicdan geliştirebilmiş durumda değil. Sırf erkek olmadıkları için yaşama şansları ellerinden alınan kadınlar... Yüzlerce, binlerce.... Hindistan’da, Çin’de... ve aslında daha kimbilir kaç ülkede.
Hamile kadınların taşıdıkları bebeğin cinsini oldukça erkenden saptayabiliyoruz artık. İnsanlık o kadar ilerledi. Teknolojik olarak tabii ki. Maddeten ve tıbben gelişiyoruz da manen neredeyiz tartışılır. iPhone’lar, iPad’ler ve yepyeni bir sanal gerçeklik oluşturacak, akıllara ziyan bilgisayar oyunları icat edebilecek yerdeyiz artık ama yüreklerimiz ne kadar zenginleşti ve derinleşti, işte o apayrı mesele. İnsanlık bir yandan muazzam ilerlemeler kaydederken bir yandan da kendi bindiği dalı kesmeye devam ediyor. Şimdilerde, bebeklerin cinsiyetlerini önceden görmeye yarayan sistem, tamamen kız bebeklerin aleyhine kullanılıyor. İlla da erkek çocuk sahibi olma saplantısı o kadar yaygın ve öylesine vahim ki, aileler kız çocuklarını kürtajla hamileliğin erken safhalarında aldırıp, sırf erkek çocuklarını dünyaya getirmeyi seçiyor. Böylece sofrada besleyecek boğaz azalıyor. Böylece sadece oğlan çocuklar dünyaya getiriliyor.
Şu anda dünya üzerinde öyle bölgeler var ki, gelecek nesillerde kız ve erkek çocukların oranlarında radikal bir dönüşüm yaşamaları bekleniyor. Sırf bu yüzden Hindistan’da nüfus ciddi ölçüde etkilenebilir. Bilim adamları ve bilim kadınları, erkek ve kadın oranlarında önümüzdeki elli yıl içinde büyük bir orantısızlık olmasından endişe ediyor. Kız çocuklarını erkek çocuklarla eşit görmeyen, bir tutmayan, gelen her bebeği aynı nazarla sevemeyen toplumlarda kadınların oranı hızla azalacak bu yüzyılda.
Peki ne olacak o zaman? Bir an için gözünüzü kapayıp tasavvur edin. Sokaklarında hep erkeklerin yürüdüğü, binalarında hep erkeklerin çalıştığı, otobüslerinde ve vapurlarında sadece erkeklerin olduğu ve toplam erkek nüfusun toplam kadın nüfusa oranla en az iki, belki de üç-dört misli fazla olduğu bir toplumda her şey daha da zor olmayacak mı? Bugün Hindistan’da, Çin’de kız çocuklarına karşı uygulanan ayrımcılık, sadece bu ülkelerde değil tüm dünyada vahim sonuçlara yol açabilecek bir boyutta.
*
Bu hafta uluslararası bir konferans için Oxford Üniversitesi’ne geldim. Konferans boyunca buradaki öğrencilerin hayatlarını gözlemlemeden edemedim. Ve burada en çok dikkatimi çeken şeylerden biri kampustaki huzurlu, sakin ve neşeli ortam oldu. İkinci gün etrafa daha dikkatlice bakmaya başladım. Başka üniversite şehirlerinde gündelik hayatın bu kadar uyumlu aktığına rastlamamıştım. Merak bu ya, kampusun en kalabalık kavşağında yol kenarına oturdum ve uzun bir süre yerimden kalkmadan gelip geçenlerin beden dillerine, yüz ifadelerine baktım, insanları inceledim. Aklımı kurcaladı. Bir defter çıkarıp, kadınlar ve erkekler diye iki kutu yaptım. Gelip geçen kadın ve erkekleri tek tek saydım. 82 erkek, 125 kadın geçti önümden.
Burası dünya üzerinde, sokaklarında kadınların erkeklerden sayıca daha fazla olduğu nadir yerlerden biri. Her tarafta kadınlar var. İşyerlerinde, üniversitede, sokaklarda, lokantalarda. Otobüsleri onlar kullanıyor. Mağazaları onlar işletiyor. Üniversite öğrencilerinin belki de yarıdan çoğu kadın. Keza hocaların da öyle.
Ve inanır mısınız, kadınların oranının bu kadar fazla olması (ve kadınların kamusal alanda böyle rahat ve özgür dolaşabilmesi) bir şehrin sosyal dokusunda öylesine büyük bir fark yaratıyor ki. Havadaki enerji bile değişiyor, yumuşuyor. Sokaklarında kadınların rahatsız edilmeden yürüyebildikleri yerlerde daha fazla huzur var, bireye ve bireyselliğe daha fazla saygı ve özen var, daha fazla demokrasi var.
Önümüzdeki yüz sene içinde dünya her ki eğilimi de doludizgin sürdüreceğe benziyor. Bir yanda kız çocuklarına yaşama şansı vermeyen, sadece erkek çocuk isteyen ayrımcı, kapalı ve kaskatı bir yaşlı zihniyet duruyor; bir yanda, herkese eşit birer olarak bir nazarla bakan pırıl pırıl, yepyeni bir kuşak geliyor... Peki sizce biz bu tablonun neresindeyiz?
15 Temmuz 2010