TÜRK-Alman İşadamları Birliği (TDU) Başkanı Hüseyin Özkanlı´nın olumlu açıklamalarını okuyup da gurur duymamak, umutlanmamak mümkün mü? 3 milyon Türk´ün yaşadığı Almanya´da 90 bin ´´Türk patron´´ bulunduğunu söylüyor. Muazzam bir sayı bu. Sevindirici bir tablo. Ve hemen ardından ekliyor: "Almanya´daki Türklerin dördüncü kuşağı son derece eğitimli.´´
1950´lerde köyünden, kasabasından kalkarak kendini pat diye Almanya´nın büyük şehirlerinde işçi tulumuyla bulan, haliyle bocalayan, zorlanan ama bir o kadar uzun vadede ayakları üzerinde durmayı başaran bir kuşağın torunları sahnedeler şimdi. Ve onlar çok farklılar, bambaşkalar. Alman nüfus hızla yaşlanırken, oldukça genç ve dinamik olan Türk nüfus iş hayatında yepyeni atılımlar yapıyor. Bu arada minik ama önemli bir eleştirim var. Keşke bu derneğin ismi "Türk-Alman İşadamları Birliği" değil, "Türk-Alman İşadamları ve İşkadınları Birliği" olsa. Herhalde Almanya´da yaşayan ve çalışan Türkler arasında kendi işini kuran ve geliştiren ya da iş dünyasının çeşitli kulvarlarında yükselen yetenekli kadınlarımız vardır. Bu haliyle derneğin ismi onları dışlıyor. Keza Alman işkadınları da bu platformdan dışlanmış oluyor. Kelimeler önemlidir. Kelime var incitir, kelime var yüceltir. Kelime var buluşturur, kelime var ayrıştırır. Derneğin kelimelere daha çok özen göstermesini umut ederim.
Öte yandan Özkanlı´nın verdiği haberler şüphesiz ki son derece olumlu ve önemli. Mesleki eğitim konusunda Türkiye´de uzun zamandan beri ciddi bir dengesizlik var. Meslek liselerine giden öğrenci sayısı yüzde 30 civarında kalıyor. Geri kalan öğrenciler genel liselere gidiyor. Halbuki Almanya gibi gelişmiş ülkelerde meslek liselerine gidenlerin oranı çok daha fazla. Hatta orada tam tersine yüzde 70´lere varıyor. Bunun önemi ve yankıları büyük. Böylece kendi dalında, mesleğinde uzmanlaşan ve çekirdekten eğitim alan yeni kuşaklar gelişebiliyor. Bizde ise durum böyle değil. Biz pek çok şeyi sonradan, eksiklerimizi kapatarak, biraz da deneme yanılma yoluyla öğreniyor, bu arada inanılmaz zaman ve enerji kaybediyoruz. Her meslekte bu böyle: Marangozluktan garsonluğa, teknisyenlikten aşçılığa kadar. Daha çok sayıda gencimizin mesleki eğitim almasını sağlayacak yapısal bir değişime ihtiyacımız var. Bu liselerdeki aşırı yoğunlaşmayı ve stresi de hafifletecek bir çözüm.
Özkanlı´nın dikkat çektiği bir başka nokta da Türkiye´nin yeterince Avrupa Birliği fonlarından yararlanmıyor olması. Çok temel bir nedeni var bu durumun. Açıkçası insanlar -buna eğitimliler de dahil- bir kuruma nasıl başvuracaklarını, nasıl proje geliştireceklerini bilmiyorlar. Bu konuda ne internette, ne sivil toplumda eğitim veren bir mecra var. Dolayısıyla bizler milletçe yararlanabileceğimiz fonları bile kullanamıyoruz. Halbuki sosyal, kültürel ve ekonomik onlarca proje geliştirilebilir. Bu pek çok gencimize hem iş, hem kendini geliştirme fırsatı sağlar.
Almanya ile Türkiye arasındaki ekonomik bağların güçlenmesi şüphesiz ki sadece maddi açılardan önem taşımıyor; aynı zamanda bize dair önyargıların kırılmasında, kültürlerin ve insanların birbirlerini daha iyi anlamasında da rol oynayacak. Tüm bunlar olumlu, desteklenmesi gereken göstergeler.
Bununla beraber eğer biz adımlarımızı ve atılımlarımızı sadece ekonomi ile sınırlı tutarsak gene de çok fazla yol kat edemeyiz. Yeni yüzyılda en büyük çelişkiler ve buluşmalar kültür dünyasında yaşanacak ve yaşanıyor. Türkiyeli ya da Türk-Alman çifte vatandaşlık sahibi modacıların, tasarımcıların, edebiyatçıların, yönetmenlerin, müzisyenlerin, dansçıların, heykeltıraşların, fotoğraf sanatçılarının, ressamların, karikatüristlerin... Velhasıl sanat ve kültür insanlarının daha fazla köprüler kurmasına ve bunların desteklenmesine ihtiyacımız var. Bu boyutu unutursak şayet, tek kanatla uçmaya çalışan bir kuş gibi kalırız maviliklerde. Kültürel gelişim ekonomik gelişim ile el ele gitmek durumunda.
22 Temmuz 2010