Bu yazının kaleme alındığı dakikalarda uluslararası haber ajanslarına Ahmedinejad´a bir suikast girişiminde bulunulduğu haberleri düştü. Tüm dünyanın gözü bir kez daha İran´a çevrildi. İranlı ajanslar bu haberi yalanlamakta gecikmeyerek patlamanın bombadan değil, havai fişeklerden kaynaklandığını açıkladı. Demokrasinin olmadığı yerde haber alma kaynakları da şeffaf olamaz. Her türlü bilgilendirme hep bir süzgeçten geçilerek, sansürlenerek verilir. O yüzden bizler, İran´da tam olarak neler yaşandığını bilmiyoruz aslında. Liderler bir kenara, bilhassa İran´da yaşayan sıradan insanların hayat hikâyeleri o kadar az duyuluyor ki. Nasıl bir şey İran´da kadın olmak? Delikanlı olmak? Anne olmak? Muhalif olmak? Sanatçı olmak? Ya da nasıl bir şey İran´da Sakine Aştiyani isminde bir mahpus olmak?
İki kardeş düşünün. Delikanlı henüz 22 yaşında, kız kardeşi ise daha on yedisinde. Senelerdir gözlerine uyku girmiyor. Gece yastığa baş koyduklarında karabasanlarla uyanıyorlar. Annelerinin taşlanarak öldürülmemesi için tüm dünyaya seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Bugün 43 yaşında İranlı bir kadın, Sakine Aştiyani, hakkında yürütülen geniş çapta uluslararası kampanyaların meyve vermesi sonucunda recm cezasından kurtuldu. Belki tamamen kurtuldu, belki şimdilik. Zina yaptığı gerekçesiyle doksan dokuz kırbaçla cezalandırılmıştı zaten. Bir de bunun üstüne yaşadığı korkular, yüreği ağzında bir hayat ve üstüne üstlük alnına vurulan "kötü kadın" damgası...
Bilmem farkında mısınız, bugüne kadar Sakine Aştiyani´ye en büyük destek Brezilya´dan geldi. İran´a uluslararası ortamlarda destek veren, dolayısıyla rejimin gözünde yeri ayrı olan Brezilya, sıradan bir insanın, bir kadının hayatının korunması için muazzam bir duyarlılık gösterdi. Brezilya Başkanı Lula da Silva, recm ile cezalandırılmak istenen kadının ülkesine gelebileceğini söyledi, mülteci olarak kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı. Bu son derece önemli bir diplomatik hamleydi. Sadece diplomatik değil, etik açıdan da.
İranlı otoriteler cevaben Lula´yı duygusal davranmakla eleştirdiler ama bir yandan da belli ki onun bu çıkışını önemsediler. Ne var ki hikâye burada bitmedi, bitmiyor. Sakine Hanım, ölüm cezasından kurtulsa bile, -ki hem Batı´da hem Doğu´da binlerce kadın tüm kalbiyle dua ediyor bunun için-sırada taşlanarak ölmeyi bekleyen on iki kadın daha var.
Bizim kültürümüzde erkek çocuklara duygularını belli etmemeleri öğretilir. Bir parça ağlayacak olsalar hemen susturulurlar, "Kız gibi ağlama!" diye. Hanım evladı gibi görülmemek adına erkekler olduğundan daha bıçkın, daha sert, daha haşin davranmaya özendirilir. Hayatın en erkek olduğu alanlarda bu görüntü daha da pekişir. Halbuki siyaset sahnesinde duygusuzluktan bıktık usandık. Duygusal olabilen siyasetçiler görmek istiyoruz. Duygusallıktan kastım nedir? Çabuk sinirlenmek, heyheylenmek, bağırıp çağırmak, berikinin üzerine yürümeye kalkmak değil. Bunun duygusallıkla ilgisi yok. Bunun adı tepkisellik. Duygusallık ise bambaşka. Her şeyden evvel "hislenebilmek" demek, hissedebilmek. Başkalarının acısını, hüznünü önemseyebilmek demek. Duyarsız kalmamak.
Şu anda İran´da onlarca evlat, annelerinin damgalanmasından, taşlanarak öldürülmesinden endişe ediyor. Türkiye, bu kadınların kurtulması için uluslararası arenada sesini yükseltecek mi? Onlara ve ailelerine kapılarını açacak mı? Farkını ortaya koyacak mı? Görüşleri ya da partileri ne olursa olsun Türk siyaset sahnesindeki erkek liderler duygusal olmaktan, duygulanmaktan çekinmediklerini bize gösterecek mi?
05 Ağustos 2010