|
|
Yazılar |
Seçmek ya da seçememek |
Bakmayın başlığına, bu bir referandum yazısı değil. Şu hayatta seçmediğimiz seçenekler, sapmadığımız patikalar hakkında bir yazı... Yani "olduklarımız" değil "olmadıklarımız" üzerine... Gerisini okumayı seçmek ya da seçmemek gene sizin elinizde. Aslında hayat ta en başından itibaren çatal çatal seçeneklerle örülü muazzam bir karmaşa. Kader dediğimiz şey ise bizim kişisel seçeneklerimizle ilerleyen yaratıcı ve ucu açık bir oyun belki de. Dünya edebiyatının deha yazarlarından Italo Calvino´yu çok severim. 1985´te vefat eden yazar, sadece usta bir hikâyeci ve romancı değil, aynı zamanda mahir bir hayalbaz idi. Hayaller labirentinden bize haritalar yollayan muzip bir beyin.... Calvino bir hikâyesinde bir türlü seçim yapamayan bir genç adamı anlatır. Sürekli iki fikir, iki proje arasında sıkışan, hiçbir konuda somut ve kesin bir karara varamayan bir tiptir bu. Neyi seçse, aklı seçmediğinde kalır. Bu yüzden iç huzuru nedir bilmez. Daima tedirgin. Daima gergin. Gün gelir genç adam âşık olur. Ama bir değil, iki kadına birden. Ve ömrü hayatının en berbat sınavı işte o zaman başlar. İki kadına da deli divane vurgundur, ikisine de aynı yoğunlukta. Üstelik her ikisi de aşkına karşılık vermektedir. Bir an evvel bir tercih yapması gerektiğini bilir ama yapamaz. Oyalar. Hem onları hem ailelerini hem kendini. Gayet iyi bilir ki, hangi sevgiliyi seçerse seçsin, berikinin sevgisi içinde ukde kalacaktır. Keza iki ayrı iş imkânı çıkar karsısına. Birini seçip de çalışmaya başlayamaz bir türlü. "O tarafa mı meyletsem bu tarafa mı?" diye sorar durur. İki şehir arasına sıkışır; iki kadın, iki sevda, iki kariyer, iki farklı hayat tarzı... Seneler boyunca bu ikircikli hal süregider. Hem kendini hem etrafındakileri perişan eder. Hikâyenin sonunda yabancı bir adam çıkar bizimkinin karşısına. Hışımla gelir, yapışır yakasına. ´Sen var ya sen, beni mahvettin,´ der. Bizimki şaşırır. Tanımadığı bir adam gelmiş ondan hesap soruyor. Ne alakası olduğunu anlayamaz. O zaman ikinci adam kendini tanıtır. "Ben senin seçmediğin seçeneklerin alıcısıydım, girmediğin yolların yolcusu." Der ki yabancı: Sen neyi seçmeyeceksen onu ben alacaktım. Senin evlenmediğin kadınla ben evlenecek, bir yuva kuracaktım. Senin seçmediğin işe ben alınacaktım. Senin oturmadığın evde ben oturacaktım... Seçim yapmayarak, hep kararsız ve ürkek durarak, sadece kendi kaderini değil benim kaderimi de tıkadın, önümü kapattın! * Kainatta boşluk yoktur. Tek bir kare bile. Calvino bu kadim ve evrensel kuralı alır, hikâye anlatma sanatına uygular. Tek tek her insan, başka insanların hikâyelerinden ve kaderlerinden etkilenir. Kimse, hatta en münzevi görünenimiz bile mutlak yalıtılmış bir hayat süremez. Görünmez ipliklerle bağlıyız ya birbirimize, farkında bile değiliz çoğu zaman. Aslında her adımda seçim yapmayı, karar vermeyi gerektirir yaşamak. Yaptığımız irili ufaklı tercihlerin o büyük ve semavi tabloda nereye denk düştüğünü biz bilemeyiz. Ama vardır bir karşılığı. Belki de seçtiklerimizden ziyade seçmediklerimizdir hayatımıza yön veren. Sapmadığımız patika, dönmediğimiz dönemeç, işaretlemediğimiz seçenek, baştan elediğimiz imkânlar, geride bıraktığımız alternatifler. Bizler aslında başarılarımızın değil, başaramadıklarımızın eseriyiz. Zaferlerimizin değil, yenilgilerimizin. Onlardır bizi büyüten, olgunlaştıran, insan gibi insan eden. Gene de sormaktan geri duramayız. Çocuk yaşta mandolin değil de fülüte merak sarsaydım nasıl olurdu acaba? Bilye / atari oynamak yerine gidip bir enstrümanda uzmanlaşsaydım? Lisede onlarla değil bunlarla takılsaydım? Filanca insana değil falanca insana âşık olsaydım nasıl gelişirdi ömrümün geri kalanı? Kariyerimde şu tarafa değil de bu tarafa meyletseydim, o adımı değil de bu adımı atsaydım? Ve hemen her kadının ve erkeğin aklının ucundan göktaşı gibi sinsice geçiveren bir soru vardır: "Başkasıyla evlenseydim acaba nasıl olurdu hayatım?" Kadınlar kendi yaman çelişkilerini de eklerler bu soruya. Ev kadınıysa merak eder, acaba genç yaşta çocuk doğurmayıp işimde ilerlesem ne olurdu? İş kadınıysa merak eder, acaba kariyerimde yükselmek yerine çoluk çocuğa karışsaydım (yahut çocuklarımla daha fazla zaman geçirseydim) ne olurdu? Erkekler kendi "acaba"larını eklerler: Askerden sonra hemen evlenmek yerine bir süre yurtdışına gitseydim/ filanca tarihte kayınpederin dayattığı şartları kabul etmek yerine kafama göre hareket etseydim/ senebesene evliliğin monoton çarkları arasında öğütülmek yerine biraz daha özgür, biraz daha başına buyruk olabilseydim... Daha çok seyahat edebilseydim... Ya ilk aşkımın peşinden gitseydim... Ne olurdu acaba? Ben nasıl biri olurdum o zaman? Seçmediğimiz yolları unuttuğumuzu zannederiz; ama insan beyninde sırf bu işten sorumlu bir merkez var bence. Orada bir katip oturuyor. Seçilmemiş seçeneklerden sorumlu başkatip. Yazıyor da yazıyor. Gün geliyor pat diye açıyor arşiv dosyalarını. İşte o vakit insan hatırlıyor. Yapmadığı tüm tercihlerin yükü olanca ağırlığıyla çöküyor üzerine. O zaman insan bedbaht oluyor. Üstelik ne hayatında ciddi bir değişiklik yapmaya hazır halde, ne sahip olduklarının kıymetini biliyor. Haksızlık ediyor kendine, sevdiklerine; yani "seçtiklerine"... Eğer fena halde kararsız bir insansanız ve aklınız hep seçmediğiniz imkânlarda takılı kalıyorsa, hep "keşke"lerle düşünüyorsanız, Calvino´yu hatırlayın. Aman dikkat! Günün birinde bir yabancı çıkıp da karşınıza "Ben senin seçmediğin yolların alıcısıydım, kararsızlığınla bana da mani oldun, beni de perişan ettin be adam!" diyebilir pekala!
12 Eylül 2010
|
İzlenme : 2651 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|