|
|
Yazılar |
Sentezler mahallesi |
Kasadaki adam önce benimle İngilizce/Almanca/Fransızca konuşmaya başlıyor. Ben Türkçe cevap veriyorum. Gülüyor ağız dolusu. Gülüyor gözlerinin içi. "Aman be abla, ben de seni turist sandım." "Turist sandım" dediği beni o ülkenin vatandaşı sandı. Avrupa´nın orta yerinde Avrupalılara "Turist" diyoruz ya, aman Sarkozy duymasın. Dedim ya her şeyin birbirine karıştığı, kocaman ve rengârenk bir sentezler mahallesi burası.
Avrupa´nın büyük şehirlerinden birinde, diyelim ki Berlin´de, Londra´da ya da Brüksel´de yaşanan bir sahneyi anlatacağım sizlere. Gerçek hayattan bir kare. Türklerin çoğunlukta olduğu bir semtteyiz. Her ne kadar Faslılar, Cezayirliler, Tunuslular ve Ruslar da olsa etrafta, burası genellikle "Türk mahallesi" diye biliniyor. Tüm bakkallar, berberler, lokantalar, manavlar, kasaplar... Burada herkes ve her şey tanıdık. Vitrinlerdeki yazılar Türkçe. Dönerden su muhallebisine her şey var. Duvarlarda posterler (Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş ya da üç ay önceden kalma bir konser afişi...), yazılar, karalamalar... Duvar yazılarının kimisi siyasi içerikli, kimisi gayet apolitik (Sevda Gülü Sever Gider / Özcan, böyle yazıyor bir duvarda). Düşünmeden edemiyorum, bir graffiti sanatçısının buraya gelmesi ne güzel olurdu. Bir de kitap yapardı ardından. İsmi: "Gurbet Graffiti." Marketlerde Türk gazeteleri satılıyor. Girdiğim bir bakkalın raflarında Aşk, Araf, Mahrem ve Siyah Süt görüyorum. Yalnız Aşk´ın kapağı bir garip. Eflatuna çalmış. Pembesi kaymış. Belli ki korsan. Diğer kitaplarım ise, ne hikmettir bilmem, gerçek baskı. Yasal. Yasal kitapların önünde bıyıklı, güleç yüzlü, orta yaşlı bakkal efendi ile fotoğraf çektiriyoruz. Çerçeveleyip duvarına asacağını söylüyor. Sonra bana kahve ve Siirt balı ikram ediyor. Kahve o kadar sert ve koyu ki bir yudum alır almaz canhıraş halde bala yapışıyorum, bal o kadar tatlı ki gene kahveye sarılıyorum. Demek bu işin sırrı bu. Acı tatlı bir arada. Ve ben Avrupa´nın orta yerinde bir bakkal taburesinde oturup, hikâyeler dinliyorum 30 senedir burada yaşayan vatandaşlardan. Her şeyin birbirine dönüştüğü, katı olan her maddenin buharlaştığı bir yer burası. Marx yaşasaydı da görseydi.... Bakkaldan çıkınca mahallede turlamaya devam ediyorum. Oğlan çocukları misket oynuyor. Kızlar ip atlıyor. Beyaz peynir, siyah zeytin, güllü lokum, hatta memleketten yeni gelmiş pastırma bile var... Bir dükkânın vitrininde aynen şöyle yazıyor: "Bayanlara kilo hapı geldi. Beş günde zayıfla!" Bu asker komutu karşısında bir an irkiliyorum. "Beş günde zayıfla, zayıflamazsan vay haline!" emrinin hemen altında bir başka yazı var, keçeli kalemle, büyük harflerle yazılmış: "Lastik kaçırmayan dirayetli çorap. Müjde!" Çorabın adı mı "müjde" yoksa varlığı mı bilmiyorum ama defterimi çıkarıp not alıyorum. Bu lafı unutmamam lazım. "Lastik kaçırmayan dirayetli bir çorap" olmak öyle kolay bir şey değil. Herkesin harcı değil. Kendime örnek alıyorum. Dayanamayıp içeri giriyorum. Kasadaki adam önce benimle İngilizce/Almanca/Fransızca konuşmaya başlıyor. BenTürkçe cevap veriyorum. Gülüyor ağız dolusu. Gülüyor gözlerinin içi. "Aman be abla, ben de seni turist sandım." "Turist sandım" dediği, beni o ülkenin vatandaşı sandı. Avrupa´nın orta yerinde Avrupalılara "Turist" diyoruz ya, aman Sarkozy duymasın. Dedim ya her şeyin birbirine karıştığı, kocaman ve rengârenk bir sentezler mahallesi burası. Sohbet ediyoruz. Buraya geleli 27 sene olmuş. Pek fazla dil öğrenmemiş. "Çat pat meram anlatıyoruz işte. "Bunca sene Türk mahallesinden pek çıkmamış. Ama çocukları öyle değil. Onlar üç dil konuşuyorlar çatır çatır, hepsi de ana dil gibi. Kürtçe, Türkçe ve o ülkenin dilini. "Gençler başka" diyor. "Şimdiki nesil şanslı." İnsanımız öyle yaratıcı ki... Pratik, girişken, tez canlı... Gittiği her yere sevdasını götürüyor. Alışkanlıklarını. Avrupa´da yaşayan Türkler hakkında daha iyi araştırmalar yapılmasına ihtiyaç var. Buradaki akademisyenler şikâyet ediyor. "Ne zaman bir İngiliz araştırmacı İngiltere´deki Türkleri incelemek istese, atlayıp Türk gettosu Haringey´e gidiyor. Ne zaman bir Alman akademisyen Türkler hakkında rapor hazırlasa Kreuzberg´e gidiyor. Oysa hem İngiltere´de hem Almanya´da Türkler aslında her yerdeler. Sadece ´getto´da yaşamıyorlar ki. Gettoda yaşayanlar görece daha yoksul, daha mahrum olanlar. Geri kalan Türkler hemen her semtteler: Kimileri orta sınıf mahallelerde, kimileri şehir dışında, kimileri lüks semtlerde yaşıyor. Ama araştırmalar bu çeşitliliği yansıtmıyor." Türk mahallesinde dolaşıyorum. Kolumun altında zeytin, peynir, pastırma. Eyüp´e mesaj atıyorum. "Aşk dediğin lastik kaçırmayan dirayetli bir çorap gibi olmalı." Bir dakika sonra cevap geliyor. "Elif, ne içtin?" "Kahve" diye cevaplıyorum. "Hem de ne kahve..."
17 Ekim 2010
|
İzlenme : 2570 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|