|
|
Yazılar |
Camdan gettolar |
İngiltere´de sokakta yürüyorum. Karşıdan bir çift geliyor. Adam siyah, kadın ise beyaz. İkisi de orta yaşını çoktan geride bırakmış, el ele tutuşmuşlar. Ağır ağır yürüyorlar. Mevsimlerden ikinci bahar. Belki de birbirlerine çok geç kavuşmuşlar. Derken bir meydanda bir başka aileye rastlıyorum. Adam ve kadın beyaz, İngiliz, evlat edindikleri çocuk siyah, Afrikalı. Ve sevgiyle tutuyorlar elini, muhabbetle... Öylesine uyumlular. Farklı ırklardan, farklı dinlerden, farklı dillerden çiftler görmek insanlığa dair umudumu artırıyor. Demek ki biz, bizlere çocukluktan itibaren söylenen tüm önyargılara ve kalıplara rağmen zihnimizin duvarlarını aşabiliyor, birbirimizi sevebiliyor ve sevilebiliyoruz. Demek ki insan, her yerde insan. Dünyanın her yerinde benzer hüzünleri, aşkları, hüsranları... Ne var ki camdan bir gettoda yaşıyoruz çoğu zaman. Farkında bile olmadan. Cam şeffaf ya, hani arkasını görebildiğimiz için zannediyoruz ki etrafımız açık, açıklık. Halbuki ha tuğla, ha cam, sonuçta katı ve donmuş, sonuçta aynı yalıtılmışlık. Gettoda hayat tekrara ve aynılığa dayanır. Her gün bir öncekinin aynıdır. Her ahbap, her arkadaş bir başkasına benzer. "Adamım" dediklerin aslında seni zihnen daraltır, ruhen kuşatır. Gettoda farklılıklar "Yok" denilecek kadar azdır. Rutinden beslenmez insan. Herkesin birbirine benzediği ortamlardan sanat çıkmaz. Edebiyat çıkmaz. Felsefe çıkmaz. Yaratıcılık çıkmaz. Aynılık, sadece kendini doğurur, tek bir sesin yankılarıyla geçer zaman. Bir toplum benzerlikten, monotonluktan, tekrarlardan değil; sentezlerden, yeniliklerden, dinamik ve demokratik bir ritimden beslenir. İnsan, şu hayatta bir şey öğrenecekse şayet, kendisine benzemeyenden, kendisi gibi olmayandan öğrenir. Türkiye´nin camdan gettoları var. Ve bizler bu toplumsal-ekonomik-kültürel gettoları, zihnimizdeki şeffaf duvarları aşmadıkça, aşamadıkça, ne toplumsal gerginliği azaltabiliriz ne birbirimizi yeterince anlayabiliriz. Türbanlı-türbansız, Kürt-Türk, Alevi-Sünni, iktidar yanlısı-muhalefet yanlısı... İkilem ikilem ikilem. Şüphe ve tedirginlik doğurur gettolarda hayat. Çünkü insan bilmediği şeyden korkar. Şayet hiçbir dostane bağ yoksa farklı özneler arasında, birbirlerine düşmanlık gütmeleri de bir o kadar kolaylaşır. Hâlâ bir "takiye" korkusudur gidiyor memlekette. Nedendir birbirimize güvenemeyişimiz? Dinsel değil bugün yaşanan gettolaşmanın sebebi, etnik değil, sınıfsal değil. Politik! Siyasi görüşlerimize göre kutuplaşıyor, adalaşıyoruz. Küskün, kızgın ve şüpheci insanlar olduk. Seçimler öncesi gerilimdi, seçim sonrası gene gerilim. Herkese, her şeye ama en çok da kendi kendimize, birbirimize küsüyor, kızıyor, sataşıyoruz. Dışarıdan bakan bir gözlemci ne der? Türk insanının kendi kendini yıprattığı sonucunu çıkarır muhtemelen. Birbirimizin enerjisini, yaratıcılığını, hevesini, rüyalarını, gayretkeşliğini, üretkenliğini, yeteneklerini tırpanlıyor, birbirimizi a-zal-tı-yo-ruz. Sonra ne olur? Bir gün bir çıkarsınız yurtdışına, Türkiye´de iken birbiriyle konuşmayan, biri sağcı biri solcu, biri Kürt biri Türk, biri türbanlı biri türbansız, iki kişinin Amerika´nın filanca kasabasında ya da Avrupa´da filan şehrin banliyölerinde nasıl birbirlerini bulduklarını, yakın arkadaş olmayı başardıklarını görürsünüz. Şaşırırsınız. Avrupa´da verdiğim her imza gününde beklenmedik dostluklara tanık oluyorum. Türbanlı kız öğrenci ve kulağı küpeli solcu ya da Kemalist öğrenci... Bambaşka aile yapılarından gelen insanlar aynı Batı şehrinde kendilerini "yabancı" konumunda bulunca, sıfırdan arkadaş olmayı başarıyorlar. Buradayken yan yana gelmez sanılanlar, gurbette birbirlerine hoşça bakıyorlar. Birbirimizi tanıyabilmek, camdan gettolarımızdan çıkabilmek için illa da gurbete mi gitmemiz gerek?
21 Ekim 2010
|
İzlenme : 2683 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|