Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencilerine açık mektup
Hava soğuk, rüzgârlı. Sema külrengi bir örtü olmuş bu sabah, öylesine kapalı. Taş binalar kolay ısınmıyor. Senelerin birikimi var buradaki her çatının altında, her koridorda. Hikâyelerle yüklü bir geçmişi, herkesin merak edip araştırmadığı bir tarihi, yüklü bir mazisi var bu üniversitenin. Köklü, duru ve belki de yorgun bir parça. En az İstanbul kadar. Ve gene İstanbul gibi her an yenilenmeye hazır, her dem taze bir bahar arayışında. Dersler yoğun, kalabalık, hocalar az biraz bıkkın, tek bir saat kaçırsan öyle herkesten not istenmiyor. İstesen de herkes notlarını vermiyor. İçeride yeni bir ders saati. Ama dışarı çıkmak lazım şimdi. Eylem vakti. Bir gerilim kampusta. Bir heyecan, adrenalin dalgası. Birisi bağırıyor köşeden. "Geliyorlar!" Kim öyle bağıran? Ortalığı alevlendiren? Hiç bir zaman bilmek mümkün değil. Kampuslarda kıvılcımlar hep görünmez yerlerden geliyor nedense. Rüzgâr bu sabah kavga kokusu taşıyor.
Sevgili Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri,
Bu haftanın en önemli, düşündürücü ve bence üzücü haberlerinden biriydi sizinle ilgili okuduklarımız. Bir kısmınızla ilgili elbette, hem de küçük bir kısım, yoksa hepinizle alakalı değil. Ama bir kampusta gerginlik olmayagörsün herkesi etkiler, herkesi üzer; hocasından öğrencisine, sekreterinden yöneticisine. O yüzden mazur görün, bu seferlik bir genelleme yapayım ve bu yazıda hepinize sesleneyim, izninizle.
Ben sizin yaşınızdayken, yani üniversitede öğrenciyken, o kadar sinirlenirdim ki, "Ben sizin yaşınızdayken..." diye başlayan cümlelere, yazılara, nutuklara. O yüzden oralardan girmeyeceğim lafa. Hani "biz de geçtik bu yollardan" temalı her konuşma havada kalmaya mahkûmdur aslında. Zira herkes kendi seyrüseferini yaşar bu hayatta. Kendi yol haritasında... Hiçbir genç insan daha yaşlı birini dinleme ve rehber edinme gereği duymaz durup dururken. Nasihatler sıkıntı verir insana gençken. Bilhassa empatiden yoksun yaşlıların konuşmalarını dinlemek eziyettir. Onların kendi deli güzel dünyaları varken gençler başka kuşakları niye dinlesinler?
Lakin insanlık birbirinin tecrübelerinden öğrenerek, ders çıkararak ilerleyebilir ancak. Bu da bir hakikat, öyleyse deneyimlerimizi paylaşabiliriz. Kendi gençliğimizde yaşadığımız sevdaları, yaptığımız hataları anlatabiliriz. Ve siz gençler bir hikâye okur gibi dinlersiniz belki. Kahramanı başkaları olan bir hikâye. Ve her hayal kurgudan geriye bir damla da olsa bir hakikat kalır.
"Türban tartışması yüzünden farklı görüşlü öğrenciler arasında kavga çıktı!" Böyle yazdı basında. "Yıldız Teknik Üniversitesi´nde gerginlik! Flaş... Flaş... Flaş...´" Böyle duyurdu televizyonlar. Ve çocukları bu üniversiteye giden anne babalar yürek çarpıntısıyla izlediler haberleri, endişeyle. Sadece onlar değil, hepimiz. Çok sık duyarız, "üniversitelerimiz üzerinde birileri oyunlar oynuyor" türü lafları. Ben bunları da geçiyorum bir kalemde. Komplolara, şüpheden beslenen teorilere itibar etmek yerine, insana inanıyorum. İnsana. Bireye.
Sevgili öğrenciler... Diyelim ki türbanlı bir kız öğrencinin üniversitede okumaya hakkı olduğuna inanıyorsunuz, bir tek şeyi hatırlatmak isterim, insanlar arası sınırlar sandığımızdan daha kaygandır. Mazlum iken zalim oluverir insan. Baskıya uğrayan kişi haklılığından paye edinmeye kalkarsa şayet, bir bakarsın kendisi başkaları üzerinde baskı kurmaya başlamış.
Diyelim ki Kemalistsiniz. Laik, çağdaş, Atatürkçü. Veyahut solcu. Ya da sağcı. Diyelim ki milliyetçi olarak tanımlıyorsunuz kendinizi. Tüm tanımların ötesinde ve nereden bakarsak bakalım, hangi pencereden, bir tek şeyi unutmamak lazım. Hiçbirimiz sabit durmuyoruz. Hayat durmuyor ki. Her gün yeni şeyler öğrenmek lazım cancağızım, Hazreti Pir´in vaktiyle dediği gibi. Yerinde saymamak, kendini tekrar etmemek, gettolaşmamak ve bilhassa kibirden uzak durmak lazım. Yoksa eğer, küçümsediğimiz, ötelediğimiz, bizden gayrı bildiğimiz insanın durumuna ve konumuna düşürür hayat bizi.
Demokratik bir toplumda ve üniversitede öğrenciler elbette fikirlerini dile getirme hakkına sahiptir. Ama kimse kendisi gibi düşünmeyenleri itelemek, dövmek, şiddetle susturmak/bastırmak hakkına sahip değildir. Hangi görüşten olursa olsun! Hatta ve hatta ilk yumruk karşıdan gelse bile! Esas zorluk tam da o noktada durabilmektir. Esas maharet şiddete şiddetle karşılık vermemektedir.
Keşke şöyle bir sahne olsa. Türbana karşı olan ve olmayan öğrenciler iki kocaman masa açsalar karşılıklı. Üzerine örtüler örtseler, çiçekli vazolar koysalar. İmza toplasalar kendileri gibi düşünenlerden, toplu dilekçeler. Kendi kampanyalarını renkli, yaratıcı, biraz da mizah dolu bir şekilde yürütseler. Ve hava soğuyunca, poyraz çıkınca kampusta, masalardan birinde demlenen taze çaydan öteki masadaki eylemcilere de ikram etseler. Kendileri gibi düşünmeyenlere...
Sevgili Yıldız Teknik Üniversiteli öğrenciler, keşke gösterseniz hepimize ve bilhassa Meclis´te yumruk yumruğa kavga eden erkek vekillerimize, nasıl olur demokrasi? Nasıl yaşar bir arada farklılıklar! Gösterseniz bizlere gençlerin olgunluğunu...
24 Ekim 2010