|
|
Yazılar |
Sevmiş gibi yapmak |
Henüz yazmakta olduğum ve yeni romanımda çıkacak minik bir hikâye var. Kurbağalar ve salyangozlar üzerine. Babası bir gün anlatıyor buluğ çağındaki oğluna. Diyor ki, "Ben henüz çocukken, mahalledeki oğlanlar hep kurbağa avına çıkardı. Gün geldi, birisi kocaman bir kurbağa yakaladı, getirdi. Hiç unutmam. Hiç kimse bu kadar irisini, çirkinini görmemişti. Zavallı şaşkın hayvanı tuttuk, büyükçe bir cam kabın içine hapsettik. Gelen tıklattı camı, giden tıklattı. Kurbağa korkudan donmuş halde, orada büzüldü kaldı. Akşama doğru birisi büyükçe bir salyangoz getirdi ve kabın içine bıraktı. Sakin, ağır, sabırlı hayvan, çıkardı kafasını, usulca ilerlemeye başladı. İşte o zaman, daha az evvel bir köşede korkudan mıhlanmış olan kurbağa derhal canlandı. Gözümüzün önünde ve bizler bağrış çağrış ona tempo tutarken salyangozu yakaladığı gibi yutuverdi." Çocuk dinliyor, babasının kendisine niçin böyle bir anıyı anlattığını merak ederek. Baba dönüyor oğluna ve gülümsüyor usulca: "Sen benim hakikatli oğlumsun. O gün ben dahil bütün çocuklar kurbağaya tezahürat yaptı ya, şimdi düşünüyorum da eğer sen orada olsaydın, bence salyangozun tarafını tutardın." Böyle bir karakter çiziyorum romanda. Kurbağalardan değil, salyangozlardan yana olan. Onun zayıfları tutmaya olan eğilimi sonradan gelişmiş değil, doğuştan. Futbol maçı seyrederken bile dayanamıyor, gidip kaybeden takımı tutuyor. Elinde değil. Kalbinin cephesi kadifeden. Bir de isim verdim bu karaktere: Yunus. Kimi insan Yunus gibidir, doğuştan haksızlığa gelemez. Sadece kendisine yapılana değil, bir başkasının uğradığı haksızlıklara da. Cız eder içi, burnunun direği titrer. Kavga görse bir koşu ayırmaya gayret eder. Kimi insan eldivensiz dokunur dünyaya. Sırf bu yüzden diken daha çok kanatır, ateş daha çok yakar. "Mış gibi" yapmakta zorlanır böyleleri. Andre Gide´in çok sevdiğim bir sözü var: "Hakikati arayanlara inan, ama bulduğunu söyleyenlere asla!" Aramakla geçiyor ya hayatımız. Bilgiyi, aşkı, dostluğu, mutluluğu ya da parayı, şöhreti, unvanları, kariyeri aramakla. İnsan, bitmemiş bir projeden ibaret. Kim ya da kaç yaşında olursa olsun, hep bir tamamlanmamışlık, hep bir gayretkeşlik, hep bir oluş halinde. Oysa "varmış" gibi yapmayı daha çok seviyoruz nedense. Sevdiğimiz insanlar var, bir de sevmiş gibi yaptıklarımız. Dolu dolu yaşadığımız günler var, bir de yaşamış gibi yaptıklarımız. Ağız dolusu güldüğümüz anlar var, bir de mutluymuş gibi yaptıklarımız. Dışarıdan bakan bilemez aradaki farkı. Ama aslında biz ayrımın farkındayızdır. İçimizde bir yerde... Keza okuduğumuz kitaplar var, bir de okumuş gibi yaptıklarımız. Bundan bir süre önce Fransa´da çok tartışılan bir çalışma piyasaya çıktı. "Okumadığımız Kitaplardan Bahsetmenin Yolları" kitabın yazarı Pierre Bayard tanınmış bir edebiyat profesörü. Ve akademik, entelektüel çevrelere büyük bir eleştiride bulundu. Aslında pek çok kitabı okumadığımızı, okumuş gibi yapmakla yetindiğimizi anlattı. Mesela, diyor ki: Etrafımdaki herkes Proust uzmanı. Çünkü Proust okumamak bir tabu. Okuyup da sevmemiş olmak diye bir seçenek zaten yok. İyi de herkes okuyor mu Proust? Okumuyor elbette. Ya da her Proust okuru seneler sonra hatırlıyor mu okuduklarını? Yok. Peki o zaman ne kalıyor geriye? Bol bol -mış gibi yapmalar..." Yazarlara, sanatçılara, aydınlara, gazetecilere velhasıl işi düşünce ve kelam üretmek olan insanlara sık sık okudukları ve tavsiye ettikleri kitaplar sorulur. Oralarda hepimiz birazcık uçarız. Bir kez de "okumadığımız halde okumuş gibi yaptığımız ya da çoktan unuttuğumuz halde hatırlıyor gibi davrandığımız" kitapları sorsalar, neler çıkacak acaba ortaya? Ne çok zaman "mış gibi" yapıyoruz. Bir kısmı zararsız bunların, kendi halinde, masumane. Bir kısmı ise yara açıyor her şeyden evvel vicdanımızda, benliğimizde. İşte öyle zamanlarda kurbağaya tezahürat yapan oğlan çocuklarından farkımız kalmıyor. İstiyoruz ki devamlı birileri birileriyle kapışsın. O ona cevap versin, bu buna dayılansın. Medyada, siyasette, sokakta... Cam bir kap içinde, dar alanda nice kavgalar çıksın. Sonra oyun bitiyor, kavga noktalanıyor, çocuklar eve dağılıyor, gece çöküyor ve kurbağa cam kabın altında unutuluyor. Aç, havasız, tutsak ve zayıf. Saatler, günler, haftalar boyu...
31 Ekim 2010
|
İzlenme : 3104 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|