. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Kuma

 

Çocukluğumun bir kısmı Ankara´da geçti, bir kısmı ise Madrid´de. Birinde orta halli, kendi yağında kavrulan, tipik ve geleneksel bir mahalle hayatı gördüm. Komşu teyzeler, anneanneler, serçe parmak büyüklüğünde sarılmış zeytin yağlı dolmalar, semaverde dumanı tüten çay, nazar duaları, sokak oyunları, tekerlemeler, masallar... Öbüründe ise diplomasinin ışıltılı dünyasını, gurbette olmanın anlamını, her milletten ve dinden öğrencilerin okuduğu kozmopolit bir okul ortamını, farklı kimlikleri ve kültürlerarası diyalogları tecrübe ettim. Birbirinden alabildiğine farklı iki dünyada da ben günbegün içime kapandım, kitaplara sığındım; bir de hayal gücüme...
1970´lerin Ankara´sında duyduğum bir "espri" vardı ki 2010 senesinde bugün varlığını aynen korumakta. Çoluk çocuk ailelerin bir araya geldiği ziyaretlerde, sohbetin tam orta yerinde pat diye, kelli felli aile babalarından biri berikine döner, "Eh, üstadım, artık bizim hanım yaşlandı. Bir kuma almanın vakti geldi diyorum" derdi. Gülüşülürdü. Dikkat ederdim, ortamdaki hanımlar da gülerdi bu espriye. Bir tek kişi gülmezdi: Konuşan adamın karısı. Kızmış gibi yapar, belki de sahiden kızardı.
Yedi yaşındaydım. Öyle konuşkan, fırlama bir çocuk sayılmazdım. Ben genelde izlemeyi severdim; dinlemeyi, gözlemlemeyi. Ama işte nasıl olduysa o gün dayanamadım. Gene benzer bir ortamda, benzer bir espri patlatan bir erkeğe dönüp, "Muhsin Bey Amca, siz kuma alırsanız, bir tane koca da hanımınız alsın o zaman" deyiverdim. Garip bir sessizlik çöktü ortama. Gülüşmeler oldu ama temkinli, kısık, kesik kesik. "Çocuk işte, cık cık cık." Az önce kahkahalarla gülenler, baktım benim esprimi komik bulmuyorlar.
"Olur mu kızım?" dedi Muhsin Bey Amca, alnındaki çizgileri biraz daha derinleştirerek. "Hanım kısmı başka, erkek kısmı başka."
Ben de bu kolay ve genel formulü anlamıyorum işte. Ne çocukken anladım, ne büyüyünce. Bu nasıl bir bencilliktir, ne gafil bir kibirdir ki hanım kısmı başka erkek kısmı başka adı altında nice haksızlıkları, adaletsizlikleri, dengesizlikleri insana reva görür?
Gerek Türkiye´de gerek yurtdışında gazeteciler zaman zaman soruyorlar: "Türbandan rahatsız oluyor musunuz?" Her seferinde aynı cevabı veriyorum: "Olmuyorum." Hiçbir zaman başını örten bir kadının "ezik" veya "geri kafalı" ya da "cahil" olduğunu düşünmedim. İnsana birey olarak bakmaktan yanayım. Başörtüsü beni zerre kadar rahatsız etmiyor Neden etsin? Tıpkı kimsenin kılık kıyafetinin ve yaşam tarzının ve inancının ve kimliğinin—başkalarının haklarına saygılı olduğu müddetçe—rahatsız etmediği gibi. Tüm bu endişeleri, korkuları, önyargıları yersiz buluyorum.
Peki hiç mi rahatsız olduğum bir şey yok? Var. Adaletsizlik. Eşitsizlik. İnsanın insan üzerinde kurduğu gizli ya da açık tahakküm. Bunlar beni kaygılandırıyor. Eğer kadın pencereden burnunu uzattığında dahi bu sorun oluyorsa, ama aynı ailedeki erkek kendine metres alabiliyor yahut kuma bulabiliyorsa, hatta gidip bir müddet bir başka kadınla yaşayıp sonra yeniden yuvaya dönüş yapıyorsa ve herkes de bunu sessizce kabulleniyorsa, bu çifte standart beni rahatsız ediyor. Şayet kız çocuklarımızın üzerine baskılar kuruyor, önlerine yasak üstüne yasaklar çıkarıyor ama oğullarımızı şımartıyor, pohpohluyor ve ne yaparlarsa yapsınlar ellerinin kiridir diye bakıyorsak, bu adaletsizlik beni rahatsız ediyor. Gene kız evlatlarımıza daha yedi yaşından itibaren yemek yapmayı, sofra kurmayı, sofra toplamayı öğretiyorsak ama oğullarımız bir bardak suyu bile gidip mutfaktan getirmiyorsa, bu eşitsizlik beni rahatsız ediyor.
Kadına yönelik pozitif ayrımcılık anayasaya girdi. Güncel siyasi tartışmalar arasında bunun yeterince farkında olamasak da Türkiye için muazzam önem taşımakta. Diyarbakır´dan gelen haberleri takip ediyor musunuz? Eşleri tarafından ihmal edilen, çocuklarını bir başlarına büyüten ve maddi ya da sosyal güvenceleri olmayan kadınlar anayasal haklarını kullanmaya başladılar. Yenişehir Belediye Başkan Yardımcısı kuma alan personelin sosyal haklarını ve kıdem tazminatını ilk eşe vereceklerini ve kadınların haklarını korumak için adımlar atacaklarını söylüyor.
Biliyorum ki bazılarımız, solcu ya da sağcı fark etmez, "efendim bunlar tali meseleler" diyecek. Öyle ya, daha büyük ve ciddi meseleleri var Türkiye´nin, bunlarla mı uğraşacağız? Bu da 1970´lerden kalma bir söylem. Kimi devrimciler kadın-erkek meselelerinin daha sonra konuşulması gerektiğine inanırlardı. Zira öncelikle halledilmesi gerek başka sorunlar vardı: Sınıf çatışması, işçi sınıfının özgürlüğü, halkların eşitliği gibi. Tüm bunlar hallolacaktı ki, kadınların özgürlüğüne sıra gelsin.
Bekle, bekle, bekle.... o sıra gelmeyecek. Beklemekle, susmakla, sorgulamamakla, kabullenmekle, geçiştirmekle, böyle-gelmiş-böyle-gider demekle kadın-erkek eşitsizliği değişmeyecek. Bizim kendi bilincimizi geliştirmemiz gerek. Ellerimizle, tırnaklarımızla, kelimelerimizle inşa ederek. Pozitif ayrımcılığı hayatın her alanına geçirerek. Öyle ki "kuma meselesi" yeni nesillerin hiç duymadıkları arkaik bir kelime, köhnemiş ve bitmiş eski bir âdet haline gelinceye dek.

 

07 Kasım 2010

 

İzlenme : 2507
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us