|
|
Yazılar |
Bir yazar bir intihar |
Bugün size bir yazardan bahsetmek istiyorum. Türkiye´de henüz çok iyi bilinmeyen, belki de bir yanı her daim muamma olarak kalacak ve ancak çok az insan tarafından anlaşılacak Amerikalı bir romancı: David Foster Wallace. New York, 1962 doğumlu. Farklı bir çocuk. Zeki, duyarlı, gözlemci. Okulda, kişisel özellikleri ve çeşitli maharetleriyle hemen dikkat çekiyor. Nadir görülen bir senteze sahip. Hem sporda inanılmaz başarılı hem zihinsel aktivitelerde. Genelde ya biri olur ya öteki. Spora kendini kaptıran çocuklar okumaya o kadar heves etmez. Kitaplara düşkün olanlar ise spora pek meyletmez. Halbuki o, her ikisinde de son derece parlak. Ama belki de onu yaşıtlarından ayrıştıran esas şey başarısı ve kabiliyetleri değil. Başarısına ve kabiliyetlerine rağmen son derece mütevazı, durgun, neredeyse utangaç bir çocuk olmaya devam etmesi. Yaptıklarıyla böbürlenmek, caka satmak yerine daha da fazla içine kapanıyor, adeta utanıyor başkalarına fark attıkça. Böyle bir kişiliği var. Hassas, düşünceli, sezgileri kuvvetli. Kimseyi ezmiyor. Kendi canı hariç. Üniversiteyi Amherst Koleji´nde, Boston yakınlarında okuyor. Benim de bir buçuk seneye yakın yaşadığım ve Araf romanını yazdığım bir kampuste şekilleniyor David Foster´ın ilk yazıları. Bu bölge bana hep sonbaharı çağrıştırır. Sarı, turuncu, kırmızı, kahverengi tonlarda. Ve David Foster Wallace her ne kadar şubat doğumlu olsa da, tıpkı Hemingway gibi sonbahar insanıdır. Hem edebiyatta hem matematikte üstün başarı göstererek mezun olur. Daha sonra Arizona Üniversitesi´ne gider ve orada yaratıcı yazarlık alanında tezini tamamlar. Arizona´da yaşadım. Hocalık yaptım. Muazzam bir yerdir. Amerika´nın başka hiçbir yerine benzemez. Tüketim toplumunun temposundan uzaktır. İnsanı durup düşünmeye teşvik eder. Felsefeye, mistisizme, okumaya, derinleşmeye. Ne var ki Arizona gibi yerler depresyona eğilimli ruhlara iyi gelmez. Çöl, yataylık ve sonsuzluk, bunalımları tetikler. Yalnızlık duygusunu artırır. İnsan kendini kainatın uçsuz bucaksızlığı karşısında ufacık hisseder. Kimisi mistisizme ya da ruhaniyete kayar böyle durumlarda. (Bence tek tanrılı dinlerin çöllerden çıkması tesadüf değildir.) Kimisi de daha fazla karamsarlaşır, kapanır. Çölde, üzerinde kara bir yağmur bulutuyla dolaşır. David F.W. Bu noktadan itibaren yoğun bir şekilde anti-depresan haplar kullanmaya başlar. Aldığı her ilacın yan etkileri çıkar. Bir noktada elekroşok tedavisi görür. Bir işe yaramaz. Doktorların tavsiyeleriyle bir ilacı bırakıp bir başkasına geçtiği dönemlerde içindeki uçurum derinleşir. Görünmez bir kanyon vardır yüreğinde. Düşmekten korkar. Yazar, yazar, yazar. Aklını koruyabilmek için, dengede kalabilmek için yazar. Edebiyatın ne olduğunu soranlara, "İnsan olmanın ne menem şey olduğunu anlama sanatı" diye cevap verir. Empati önemlidir. Kendin gibi olmayanı dinleyebilmek, okuyabilmek, anlayabilmek. Dostoyevski´nin bir kitabını incelerken sayfaların kenarlarına çılgın gibi notlar alır. Sanat sanat için değildir. Sanat anlamak ve hissetmek içindir. Sadece kendi hikâyeni değil, ´öteki´nin hikâyesini de. Özgürleşmektir sanat. Genişlemek, zenginleşmek, derinleşmek, kendini aşabilmektir. Kitapları sever. Bir de köpekleri. Yaralı, sakat, ihmal edilmiş, aç bırakılmış, kötü muamele görmüş, ne kadar düşkün köpek varsa sokaklarda, toplar. İyileştirir. Besler. Bakar. Deli gözüyle bakar arkadaşları ona. Kim uğraşır sokak köpekleriyle? Onun gibi adamlar uğraşır işte, dinmeyen bir şefkat ve sevgiyle. 2004 senesinde, bir başka sanatçıyla, ressam Karen Green ile evlenir. Çocukları olmaz. Dostlukları, arkadaşlıkları önemser ama içine kapanık yapısını korur. Köpekleri ve kitaplarıyla yaşamaya devam eder. Eleştirmenler yazılarını ve romanlarını hayli kasvetli, ironik, sivri bulur. Amerikan edebiyatının ana yoluna uymayan bir tarzı vardır. Ancak okurları ve popülaritesi seneler içinde artar, katlanır. Onun Kafkaesque, kara mizah seven (bana yer yer Oğuz Atay´ı, yer yer Yusuf Atılgan´ı hatırlatan) kalemi günümüz toplumuna eleştirel ve dürüst bir bakış sunar. Bu arada ders vermeyi sürdürür. Öğrencilerini sever, önemser. Yazarlığa heves eden gençlere canla başla yol gösterir. Ama mutsuzdur. Kendini Amerika´ya dahil hissetmez. Bir türlü genel gidişata ayak uyduramaz. İlaçlar, kitaplar, köpekler, bir gün bir güne benzer, sarmal devam eder; içindeki depresyon ilerler. Babası da depresyondan çekmiştir. Aileden bildiği bir illettir sinir hastalığı. Kendi bünyesinde nüksettiğini gördükçe daha da bedbinleşir. 2008 senesinde, evinde intihar eder. Bir ip. Bir daim kasvet. Bir de yükseklik korkusu, yeter. Kendini asar. Eşi ondan geriye kalan binlerce kağıt arasında bir roman taslağı bulur. Pale King. Solgun Kral. Yayınevi yakınlarda bu romanı basacaklarını açıkladı. Sırada yazarın notları var. Şimdi edebiyatseverler merakla bekliyorlar. Hayatın hep kenarında kalmış, toplumun kıyısında yaşamış bir sanatçının yalnızlık notlarını okumayı...
05 Aralık 2010
|
İzlenme : 3261 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|