|
|
Yazılar |
Genç Elif’e nasihatler |
GEÇENLERDE bir gazeteci ısrarla Türkiye’de pek çok kadının artık “romancı” olmak istediğini, edebiyatçılığın en popüler meslekler arasına girdiğini (Top Ten’deyiz artık!), yazar adaylarına ne tür nasihatlerde bulunacağımı sordu. Cevap veremedim, kekeledim. Doğrusu, o kadar kişisel bir serüven ki yazı dediğin, başkalarına öğüt vermek ne içimden geliyor, ne aklıma yatıyor. Sonuçta her yolcu bireysel yol haritasını çıkarıyor bu sonsuz âlemde. Her gemi başka başka sulara açılıyor kendi seyrüseferinde. Lakin düşündüm, başkalarına olmasa da, eski halime birkaç nasihatim olabilir pekâlâ. “Ah keşke bunları daha önce bilseydim” dediğim türden sözler, kulağıma küpe. Genç Elif’e. Çuvaldızı da kendime saklayabilirim, iğneyi de. 1. Mürekkep hokkanı berrak tutmaya bak. Hokkanın içine öfke koyarsan öfkenin rengiyle yazarsın; sitem koyarsan sitemin rengiyle; hırs koyarsan hırsın rengiyle; keza muhabbet koyarsan muhabbetle yazarsın, aşkla tutkuyla. 2. “Yaratmak” zandan ibarettir. Bir şey yarattığımız yok aslında. O yüzden böbürlenmenin de anlamı yok. Rekabet etmenin de. Dünya zaten hikâye kaynıyor. Baksana ne çok insan, nasıl bir karmaşa, iç içe geçmiş kaderler, bütün alt metinler. En büyük yazar, Tanrı. Evren kocaman bir hikâye kitabı. Bizler mini minnacık roman karakterleriyiz, tek tek her birimiz. Öyleyse romancının işi sıfırdan yaratmak değil, kâinatın ritmine ve hikâyelerine kulak ve gönül vermek. Umberto Eco’nun dediği gibi: “Bağlantıları icat etmemiz gerekmiyor. Onlar zaten evrende mevcut.” 3. Kalabalıklar arasında bile yalnızlık. Roman, sanatların en yalnızıdır. Tek başına yazılır. Tek başına okunur. Bu sayede zaten, kalpten kalbe köprüler kurabilir. Bir kitabı binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insan okuyabilir. Gene de herkesin okuması yegânedir. Sorsan, aynı romandan herkesin anladığı başkadır. 4. Eleştirileri önemse, eleştirmenleri asla. Okuryazar cahillerden uzak dur ama okuruna tepeden bakma. Roman kapısı cümle âleme açık bir ev gibidir. Ev hanımı da işkadını da, sağcısı da solcusu da, muhafazakârı da liberali de, genci de yaşlısı da, türbanlısı da türbansızı da aynı eseri okuyabilir. Hikâyeler evrensel olduğuna, insanlığın nabzını tuttuğuna göre, hikâye anlatma sanatı kimseyi dışlayamaz. Yazar hayattan uzak kaldığı yahut okurlara tepeden baktığı zaman sirkeleşir, katılaşır, monotonlaşır. Sezai Karakoç’un vaktiyle dediği gibi, edebiyatın üç sacayağı var. Biri eser, biri yazar, biri ise okur. Bu ayaklardan bir tanesi eksilmeyegörsün, devriliverir. 5. Değişimden korkma. Okumak, insanı tepeden tırnağa değiştirir. Keza yazmak da. Her kitapla yüreğimiz yumuşar, kişiliğimiz olgunlaşır; nice hamlıklarımızdan bir katre daha düşer havaya. 6. Kabiliyet diye bir şey yok. Aslolan emek. Kendini yetenekli zannetmek parlak bir sabun köpüğünden ibarettir. Çalışmadan hiçbir şey olmaz bu dünyada. Saatlerce, günlerce, aylarca, senelerce çalışmak, çalışmak, çalışmak...
20 Ocak 2011
|
İzlenme : 3142 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|