Pazar günleri âdettendir, biraz daha "hafif ve iç açıcı" gazete yazıları kaleme alınır. Hayata, rüyalara, aşklara, gençliğe dair, umut veren yahut zihinleri yormayan yazılar. Öyleyse yadırgayabilirsiniz bu pazar yazısına bir trafik kazası haberiyle başlamamı. Ama gelin beraber bakalım, Beypazarı´nda bu hafta yaşanan bir acıya. Bir daha kulak verelim Mardin´den yükselen ağıtlara.
On bir tarım işçisi vefat etti. İşe giderken. Bir anne beş çocuğunu birden kaybetti. Koltukları olmayan bir minibüs tabut oldu onlara, yirmi lira yevmiye uğruna. Aileler Mardinli olduğu için cenazeler de orada toprağa verildi. Dünya küçük ve giderek küçülüyor, doğru. Ama bir yandan da dünya uçsuz bucaksız. Mardin neresi, Beypazarı neresi?
Yoksulluk olmasa, çaresizlik olmasa, bıçak kemiğe dayanmasa, göçer mi insanlar böyle çoluk çocuk? Kim bırakır alıştığı suları, komşularını, akrabalarını? Sofraya koyacak yemeği, başının üzerinde çatısı olduğu müddetçe, kim taşınır köklerinden uzağa? Kim ister mevsimlik işçi olmayı bilmediği diyarlarda? "İmkânımız olsa köyümüzü hiç terk etmezdik" diyor kazada akrabalarını kaybeden bir genç adam. Bir tek cümlede özetliyor.
Aynı gün gazetelerde bir başka haber yer aldı. Türkiye´nin nüfusu beklenenin üzerinde bir artış gösteriyor. Eskiden, hani bundan yirmi yıl evvel, sayımız arttıkça dünya üzerindeki önemimizin de artacağına inanırdık. Ne var ki hakikatin böyle olmadığı ortada. "Okutamadığım çocuklarım koltukları olmayan minibüste tahtalar üzerinde işe gidiyordu" diyor Beypazarı´nda yaşama sevincini kaybeden anne.
Tam on bir çocuk getirmiş dünyaya. Hiçbirine istediği gibi bakamamış.
Kadınların suçu ya da seçimi değil bu, yapabilecekleri hiçbir şey yok, bu konuda ortak bir duyarlılık oluşmadığı müddetçe. Peki bizler ne zamandan beri konuşamaz olduk meselenin bu boyutunu? Ne vakit doğum kontrol yöntemlerinden bahis açılsa, ideolojik bir zemine kayıyor tartışmalar.
YAŞADIĞI İÇİN BURUK!
Kürt nüfusu-Türk nüfusu kıyaslamaları başlıyor. Herkeste bir şüphe, mesafe. Herkes kendi siyasi duruşuna göre bakıyor. Halbuki güncel siyasete girmeden, kadınların ortak iyiliği, çocuklarımızın refahı için doğum kontrol yöntemlerini ve bilgisini Türkiye´nin her yerinde eşit bir anlayışla yaygınlaştıramaz mıyız? Gelecek nesillere eğitim, iş, huzur sağlayamazsak kurduğumuz her şey nafile değil mi zaten?
Aynı kazada 16 yaşında bir delikanlı tüm ailesini kaybetti. İsmi Hakan. Soyadı Çakar. Ailenin küçük oğlu. Lise öğrencisi. "Okula gittiğim için minibüste yoktum" diyor ezik bir şekilde, sanki kendini suçluyor hayatta kaldığı için. Yaşam piyangosu ona çıktığı için buruk. Şimdi bu gencecik insan Diyarbakır´a geri dönecek, dayısının yanına yerleşecek. Eğitimi yarım kalacak. Kolunun kanadının kırıldığı yetmezmiş gibi.
Benim çocukluğumun önemli bir kısmı anneannemin yanında geçti. Sevgili Fahriye Hanım bana "Her koyun kendi bacağından asılır" lafının ne kadar yanlış olduğunu öğreten kişi. Masal kahramanım. Çünkü anneannem der ki, "Ancak ölü koyunlar kendi bacaklarından asılırlar". Yaşamak demek, yani hayat dolu olmak, yani ot gibi-taş gibi-kaya gibi değil de insanca yaşamak, başkalarına yardım etmek demek. Empati kurabilmek demek. Hiç tanımadığın bir insanın parmağı kesilse onunla beraber kanayabilmek demek. Biz bencilliğimizden değil, kavgacılığımızdan değil, her şeye rağmen empati kurabilme yeteneğimizden feyz alıyoruz. Yoksa insan, Adem oğlu Havva kızı, çoktan batardı şu mevcut haliyle.
Ne var ki bir gazete haberine on, bilemediniz otuz saniye ayırıyoruz. Başkalarının acılarına verdiğimiz vakit bu kadar. Sonra sayfayı çeviriyor, kendi dertlerimizle uğraşıyoruz. Birbirimize sistematik, sahici ve çabuk yardım etmeye gelince neden bu kadar fena çuvallıyoruz?
Ufak adımlar atmayı küçümseyenler hayat boyu bir arpa boyu yol kat edemezler. Minik gibi görünen işlere itina göstermeyenler büyük işler yapamazlar. Bulunduğun mahallede bir köşe açmak mesela. Konu komşu giymediğin kıyafetleri oraya toplamak, ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak. İngiltere´de her adım başı "hayır dükkânları"na rastlıyorum. Buralarda oyuncaktan kitaba, kıyafetten mobilyaya her şey ederinin çok altında, ihtiyaç sahiplerine adeta dağıtılıyor.
MÜHİM MESELELERİMİZ VAR!
Kadınlar işletiyor bu dükkânları! Kadınlar fark yaratıyor. Başkasına yardım ettiğimizde kendimize de yardım ederiz aslında. Sadece kendi hayatına gömülen insan bencil ve bedbahttır. Her şeye kafayı takar. Geçmişe, çoktan geride kalmış bir hadiseye. Çıkamaz sarmaldan. Böyle ne çok kadın tanıyorum. Evinin dört duvarı arasında, zihninin karabasanlarında takılı kalmış.
Bir araya gelip Hakan için para toplamak, onu okutmak çok mu zor? Ailesini kaybeden Mardinli Hakan´ın, İstanbullu, İzmirli, Ankaralı, Trabzonlu sevenleri, manevi aileleri olması hayal mi? Medyada nicedir bir tufan esmekte. Her Allah´ın günü komplo teorileri, karanlık senaryolar, polemikler.
Öyle bir hale geldik ki "naif ve küçük" her şeye burun kıvırıyoruz. Mühim ve makro meselelerimiz var! Halbuki biz Hakan´ları unuttukça, Beypazarı´ndaki anneleri yalnız bıraktıkça hiçbir makro mesele çözüme kavuşmayacak zamanında.
30 Ocak 2011