|
|
Yazılar |
Yarı hayal yarı hakikat |
LAMPEDUSA, Akdeniz´de ufacık bir ada. İtalya´nın Afrika´ya en yakın noktası. Son iki aydır burada alışılmadık bir yoğunluk ve insan trafiği yaşanmakta. Ada sakinleri bir tarafta, yeni gelenler bir tarafta. Ve ikincilerin oranı giderek birincileri aşmakta. Zira 15 bin Tunuslu mülteci gemilere, botlara binerek tam bir kaosa yelken açıp kendilerini buraya atmışlar. Gelecekleri belirsiz. Onlara kimin sahip çıkacağı da. Kadın, erkek, çocuklar, yaşlılar... Adadaki mülteci bürosu şaşkın. Sadece 800 mülteciye yetebilecek durumda iken şu anda kapasitelerinin kat kat üstüne çıkmış durumdalar. Birleşmiş Milletler ise adeta çaresiz. 3000´den fazla insanın sokaklarda yattığı resmi olarak açıklandı. Üstelik bu insan selinin ardı arkası kesilecek gibi görünmüyor. Çok daha büyük bir mülteci akını var şu anda Libya topraklarından bütün Akdeniz´e yayılan. Politik kavgaların, ekonomik çıkarların ötesinde ve üstünde bir insanlık dramı yaşanmakta gözlerimizin önünde. Soluduğumuz çağ, coğrafi yer değiştirmelerin, hareketliliklerin, göçlerin ve göçebeliklerin yüzyılı. Şu veya bu sebepten dolayı insanlığın önemli bir kısmı doğduğu topraklardan uzakta, ayrı yerlerde hayatını noktalıyor artık. Belki henüz farkında değiliz ama bu "yer-siz-leş-me/yeniden yer edinme/edinememe" dalgası temel sosyal, kültürel ve ekonomik değişimleri de beraberinde getirmekte. Hepimiz için. Bir an için hakikatten uzaklaşıp bir roman ya da film gibi seyrediyorum Lampedusa´da olanları. Sakin, sütliman, şirin bir ada tahayyül edin. Kutu kutu beyaz evler, dar sokaklar, tatlı bir meltem. Herkesin birbirini tanıdığı, ailelerin benzer soyadlar taşıdığı ama bir o kadar turizmden büyük gelir kazanan popüler bir yer. Haritada bir nokta. Sokakta oynayan bir oğlan çocuğu düşünün bir an için, belki sekiz belki on yaşında. Şimdi onun gözünden bakın denize, ufuk çizgisine. Bir gemi yaklaşıyor. İçinde 250 kişi. Aileler, çocuklar. Hepsi Arap. Tunus´taki, Libya´daki, Mısır´daki altüst oluştan kaçıyorlar. İtalyan oğlan çocuğu, diyelim ismi Antonio, merakla izlemeye başlıyor gemiden inenleri. O karmaşanın ortasında yaşıtı bir oğlan dikkatini çekiyor. Diyelim ki ismi Ahmed. Birbirlerine bakıyorlar. İki ayrı âlemden iki çocuk. Ahmed ve Antonio... Ahmed ailesiyle beraber ufak, basık, tıkış tıkış bir binada kendi gibi mültecilerle kalmaya başlıyor. Adalılar ilk başta sempati gösteriyorlar yeni gelenlere. Temkinliler gene de. Çok geçmeden bir gemi daha geliyor. Derken bir tane daha. İki ay içinde binlerce insan akın ediyor buraya. Ada sakinlerinden aşırı uçlara eğilimli gençler, "Arapları aramızda istemiyoruz", "Müslümanlar gelmesin" demeye başlıyorlar. Esnaf tedirgin. Bu halin turizmi baltalamasından korkuyorlar. Bu arada Ahmed ile Antonio her şeyden habersiz, arkadaş olmuşlar. Beraber oynuyorlar. Antonio okula gidiyor. Ahmed´in durumu belli değil. Antonio okuldan gelir gelmez atıyor çantasını, Ahmed´le buluşuyor, akşama kadar birlikte vakit geçiriyorlar. Sokaklarda, tepelerde. Uçurtmalar uçuruyorlar. Birbirlerine oyunlar öğretiyorlar. Kardeş gibiler. Ve bu durumu tescillemek için bir gün biri diyor ki: "Gel kan kardeşi olalım." Parmaklarında ufacık bir kesik, yüzlerinde tebessüm, yüreklerinde coşku. Her şeye rağmen kurulan ve filizlenen bir güzel dostluk.... Ama adada artan huzursuzluk çok geçmeden onları da etkiliyor. Her ikisinin de ailesinde bu dostluğu tasvip etmeyenler var. Her ikisi de giderek baskı hissediyor omuzlarında. Bu arada adada tansiyon yükseliyor. Bir sene sonra, ya da altı ay, Ahmed adadan ayrılırken son kez dönüp bakıyor geriye. Antonio sinmiş bir ağacın arkasına. Çıkarmış kafasını, hüzünle bakıyor arkadaşına. Dostluklarına izin verilmeyen iki çocuk. Tamamen hayal ürünü bu anlattığım hikâye. Ama ne kadar "olası" aynı zamanda... Böyle bir dünyada...
24 Mart 2011
|
İzlenme : 2710 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|