Şükrü Hanioğlu’nun 21 Ocak 2005 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlanan yazısı çorak bir toprağa düşen beklenmedik bir yağmur gibi. “Türkiye, tarihe atfedilen aşırı ehemmiyetten dolayı, tarihin bilinmemesinin yararlı olduğunun düşünüldüğü nadir toplumlardan birisidir.” diye başlıyor Hanioğlu’nun yazısı.
Bugüne kadar “Ermeni Meselesi” diye yuvarlayageldiğimiz ve kulağa hep sanki “Ermeni=Mesele” gibi gelen bu malum mevzuda ve muammada bir arpa boyu olsun yol katedemeyişimizin bir sebebi de olayın altında yatan ve peşi sıra gelen “travma”dır. Türk toplumunun sadece 1915 ile değil, tümden kültürel, siyasi ve sosyal tarihi ile ilişkisi travmatiktir. Türk aydını Proust sever, Proust’taki “şimdiki zamanın içinde yaşayan, evrilen ve silinen geçmiş” kavramını benimser; ama romanı kapatıp, rafa kaldırınca yeniden kendi çizgisel, delik deşik kopuşlu zamanına döner. Türkiye’deki entelijensiyanın din felsefesi, dinler tarihi ve tasavvuf konusunda böylesine cahil olabilmesinin ve cahil kalabilmesinin bir sebebi de “zaman” mefhumu ile ilişkisi ve “dehr” mefhumu ile ilişkisizliğidir. Kültür akmaz bir kuşaktan bir kuşağa, bilgiler azala azala devredilir. Hanioğlu’nun sözünü ettiği “süzgeç” sadece bilgileri ayıklama düzeyinde değil, kelimeleri ayıklama düzeyinde de işliyor. Eğer dil devredilemezse bir kuşaktan bir kuşağa bilgi nasıl devredilebilir?
Ne vakit nasıl oldu da en insani, en temel duygulardan birini, “merak” duygusunu yitiriverdik böylesine? Hanioğlu’nun haklı olarak eleştirdiği “tarihin tamamen ve sistematik olarak tarihçilere havalesi tezi”nin yakıtı toplumun diğer kesimlerinin tarihe ve tarih ile özdeşleştirilen her şeye yönelik meraksızlığıdır. İnsan bilmediği bir kelime ile karşılaşırsa bir metin okurken, bir zahmet merak eder, açar bakar sözlüğü, öğrenir. Keza bilmediği bir konu varsa ortada, biliyormuş gibi yapmaz, araştırır. Meraksızlık bilgisizliği, bilgisizlik cehaleti, cehalet kayıtsızlığı, kayıtsızlık ise gaddarlığı körükler. Merak duygusunun yitirilmesi ile vicdan kaybı arasında incecik bir eşik var, insan anlayamaz bile ne vakit geçivermiş birinden birine. Öğrendikçe sadece yeni bilgiler edinmeyiz, eski bilgilerimizin hakikatinden de şüphe ederiz. Bilgi, kat üstüne kat çıkılmış kaçak bir bina değil, farklı kimyasal elementlerin birbiriyle etkiye geçmesi sonucu ortaya çıkan özdür. Oysa Türkiye Cumhuriyeti, muasır medeniyetler seviyesine bir an evvel sıçrayabilmek için hafiflemesi gerektiği zannıyla, üzerlerinde “geçmiş bilgisi”, “merak duygusu”, “kelime dağarcığı” yazılı eşyalarını geride bıraktı. Pamuk gibi hafif, tüy sıklet sıçradık geleceğe. Velhasıl Osmanlı’dan modern Türk devletine geçiş sürecini tartışılmaz surette ilerici bir tarihsel sıçrama olarak görüp kutsallaştırdığımız için bağlantıları kuramaz olduk. Miladımız 1923. Ondan önce olan biten hiçbir şey bizi ilgilendirmiyor. Çünkü öncesi ve sonrası arasında bağ yok, sadece bir kopuş duygusu var. Altımızda boşluk.
“Ermeni meselesi” diye kolayca yuvarladığımız tarihsel olgu karşısında iki şey yapabiliriz. Bir: Ermeni lobilerinin kimliğine, Ermenilerin de topluca ne denli önyargılı olduğuna inanıp, zaten bin kere dinlediğimiz bir anlatıyı bozuk plak gibi çalmaya devam ederiz kendi kutucuk evrenimizde. İki: Az biraz merak edip, az biraz susup, kulak veririz berikinin sesine. Ben dinlemek istiyorum; çünkü merak ediyorum. Anlatacak sözü olan herkesi dinlemek istiyorum. Tarihçileri, belgeselcileri, siyasetçileri, anneanneleri... Duyduğum her şey hoşuma gitmeyecek. Duyduğum her sav hakikate işaret etmeyecek belki ama duymaya ihtiyacım var; bilhassa şimdiye dair duyamadıklarımı, dillendirilmesi yasak olanları.
Türk Tarih Kurumu’nun Ermeni Araştırmaları Merkezi’nin başına getirilen Prof. Dr. Hikmet Özdemir, ‘Ermeni Soykırımı’nı tartışmak üzere bir forum hazırlığında olduklarını söyledi yakınlarda. Özdemir bu konuda Ermeni aydınlara söz verileceğinin de altını çizdi. Bu adım olumlu bir gelişme. Ancak “herkes kendi hikayesinden sorumludur” mantığını yankılamaktan kaçınmak durumundayız. 1915 ve sonrasının izini sürmek Türkiyeli Ermeni aydınlardan ziyade Türkiyeli Türk/Kürt/Çerkes.. aydınların, basının borcudur. Haddimiz olmayan alanlara gireceğiz. Gireceğiz ve öğreneceğiz. Had ile hudut kavramları arasındaki etimolojik ilişkiyi görebilmenin bilinciyle.
06.02.2005