AMY Winehouse´un İstanbul konserini nicedir merakla bekleyen, iple çekenlerdendim. Sesi, yeteneği ve kim ne derse desin, karakterindeki kara gölgeler, engebelerle özel, nevi şahsına münhasır bir sanatçı o. Bugünkü popüler müzik endüstrisinde, birbirinin neredeyse karbon kopyası gibi duran pek çok beste ve klip varken daha ilk baştan itibaren dikkatleri üzerine çekti, önemli ödüller aldı, yolunu yöntemini ayrıştırdı. Ve ne yazık ki renkli, ayrıksı nice sanatçı gibi o da kendini günbegün tüketenlerden, ömrünün fitilini ateşleyenlerden.
Her ünlünün biyografisi zengin olmaz. O, sanatı da hayatı da çalkantılı, fırtınalı olanlardan.
Malum, Belgrad konserinde yaşanan hezimetten sonra İstanbul konseri iptal edildi. Winehouse´un menajeri, sanatçının moralinin son derece bozuk olduğunu, muhtemelen uzunca bir süre sahnelerden çekileceğini açıkladı. Buraya kadar her şey aşikâr. Keza şarkıcının madde bağımlılığı üzerine de epeyce yorum yapıldı. Ancak benim dikkatimi çeken bir başka boyut var.
Bu haberle ilgili gerek basında, gerek internet sitelerinde yazılanlara bakıyorum. Sadece Türkiye´de değil, tüm dünyada... Müzik otoriteleri bir kalemde çizdiler sanatçının ismini. Bir telaş, bir aciliyetle. Aynı insanlar, Winheouse yarın iyi bir albüm yaparsa, gene hızla ona methiyeler düzecektir muhtemelen.
Ne kadar çabuk değişiveriyor rüzgârın yönü. Keza daha düne kadar kendisine hayranlık besleyen nice fanların ondan çarçabuk yüz çevirmeleri ilgimi çekiyor. Kitleler söz konusu oldu mu aşk ile nefret arasında incecik bir çizgi var.
Bloglarda, tartışma forumlarında her milletten, her kesimden insanın katıldığı yazışmalara bakıyorum günlerdir. İnanılmaz bir hoyratlık var üsluplarda. Winehouse gibi bir sanatçının durumuna üzülmek başka, onu yargılamaktan gizlice zevk almak başka. TİDİS diyorum ben buna. Tepedeki İnsanların Düşmesini isteme Sendromu.
***
Kanadalı teorisyen, filozof, edebiyat eleştirmeni Marshall McLuhan, internetin gelişmesini çok önceden öngörebilen nadir kişilerden biriydi. Ölümünden sonra giderek arttı ünü, etkisi. Artık bu elektronik çağda geleneksel "kitabi" tiplerin kültür dünyasını doğru okuyamayacaklarını ve dolayısıyla belirleyemeyeceklerini söylemişti. Bundan dolayı çok da tepki aldı, bilhassa klasik entelektüellerden.
McLuhan, internetin iletişim ağları sayesinde bireyselliğin yerini "kolektif" davranış biçimlerinin alabileceğini, adeta bir "global köy"e geçileceğini de dile getirmişti. Bu bir yanıyla umut vaat ederken bir yanıyla da sanal linç psikolojisini körüklemiyor mu? Birlikte damgalama/yaftalama kolaylığını getirmiyor mu?
Türkiye´de popüler kültür, müzikte, sinemada ve edebiyatta muazzam hızlı bir değişim ve gelişim içinde. Şu son 15 sene içinde gelinen nokta gerçekten ilginç. Ancak henüz bu süreci izah ve analiz edecek, derinlemesine irdeleyecek kavramsal araçlardan yoksunuz.
Bu alanda gayet kıymetli akademisyenlerimiz var, ancak onlar da fazla "bulaşmak" istemiyorlar sanki güncel popüler kültüre. Halbuki ihtiyaç var. Teoriye, anlamaya, karşılaştırmalı okumalara... Ve tabii bir de şu "Tepedeki İnsanların Düşmesini İsteme Sendromu"nun arka planındaki dinamikleri çözümlemeye...
23 Haziran 2011