GLOBALLEŞMENİN hızını yitirmek şöyle dursun giderek ivme kazandığı bir dünyada nicedir "toplumsuz bireyler" zuhur etmekte. Beyaz yakalılar da var aralarında, mavi yakalılar da... Gezginler, sanatçılar, filozoflar... Manevi bir hakikat veya hayatın anlamını arayanlar da mevcut henüz ne olacağına karar verememiş, iş bulamamış gençler de...
Birbirinden bu kadar farklı tüm bu insanların ortak noktaları belki de hava bitkileri gibi olmaları. Bir toprağa, sabit bir mekâna bağlanmadan yaşayabilmeyi denemeleri. Tekrar ve tekrar. "Global ruhlar" diyor kimileri onlara. Bir memlekette doğup, ekonomik veya siyasi sebeplerden dolayı bir başka memlekette hayatlarını sil baştan inşa eden göçmenlerden ya da mültecilerden tamamen farklı onlar.
Özde farklılar. Ya meslek ya meşrep sebebiyle durmadan dolaşmakta, berdevam bir gurbet halini mesken edinmekteler. Sırtlarında evleri, kaplumbağa misali, belki de hayallerinden başka bir diyara ait olamıyor, bir türlü çoğunluğa ayak uyduramıyorlar.
Edward Said onlara "Sürekli sürgündekiler" derdi. Doğu, Batı, Kuzey, Güney.... Avrupa, Afrika, Amerika, Asya... İlk bakışta hemen fark edilmese de çok var bu gezginlerden, asilerden...
Öteki uçta ise "bireysiz toplumlar" var. İnsanların daha doğuştan kendilerini aşiretler, klanlar, kolektiviteler içinde bulduğu, ancak kitleler içinde önem, anlam ve itibar kazandığı, lakin isteseler dahi birey olamadığı, vatandaş haline gelmediği yekpare yapılar.
Tüm dünyada baskıcı rejimlerin ortak özelliğidir temelinde "bireysiz toplumlar" kurmaları. Buralarda sivil toplum yetişemez, yeşeremez. Hem-renk, tek-ses bir blok gibi algılanır cemiyet hayatı. Farklılıklar değil teşvik edilmek, yahut kabul görmek, "potansiyel bir tehdit" gibi karşılanır. Ne var ki "bireysiz toplumlar"dan sanat çıkmaz, felsefe çıkmaz, özgürlük çıkmaz, mutluluk çıkmaz.
Bugün Ortadoğu´da yaşanan değişim, kütle-toplumundan bireyselleşmeye doğru bir dönüşümdür aynı zamanda. Olgun demokratik sistemlerde bireyin hak ve özgürlükleri güvence altına alınmıştır. Yarı veya na-demokratik tedirgin sistemlerde ise birey karşısında devlet korumaya alınır habire.
★
Okuyanlar bilir, "Shakespeare Olmak" adında ilginç bir eser var. Stephen Greenblatt tarafından kaleme alınmış çarpıcı bir kitap. Şayet taşradan gelen, doğru dürüst üniversite eğitimi dahi olmayan, babasının hatalarını sırtlayan bir delikanlı nasıl oldu da dünyanın en önemli yazarlarından biri haline geldi merak ediyorsanız, cevabı burada.
Kitabın temel savlarından biri de şu: "Shakespeare bunca yükselebildi ve özgün bir ses yakalayabildiyse, bunu aynı zamanda o dönemki Londra´da bireyselleşmeyi teşvik eden bir ortam bulabilmesine borçlu. Eğer sürekli farklılıkları bastıran, homojen yapılar kuran taşrada kalsaydı muhtemelen kendini geliştiremeyecek, solacaktı."
Bugün Türkiye´de, nüfusun bu kadar genç ve dinamik olduğu bu canım memlekette Shakespeare olmak için çabalayan nice genç kız ve delikanlı var. Onlara, kendi kabiliyetlerini geliştirecekleri, farklı kimlik ve kişilikleriyle kabul görecekleri bir ortam sağlayabilirsek şayet, müreffeh ve huzurlu bir ülke olabileceğiz.
Yeni bir Anayasa ne bir lüks, ne de ertelenebilir bir talep. Shakespeare olmak kolay değil elbet. Ama Shakespeare´ler sadece bireylerini seven, bireysellikten ürkmeyen toplumlardan çıkıyor.
30 Haziran 2011