|
|
Yazılar |
Suyun dili olsa |
Derin bir şaşkınlık, koyu bir yas içindeyiz; milletçe, memleketçe. Tam da barışı ve demokrasiyi konuştuğumuz, toplumsal huzurun mümkün ve yakın olduğuna inandığımız şu günlerde, 13 askerin yanarak ölmesinin geride bıraktığı acı ve elem bir dağ gibi duruyor önümüzde. Güzelliklerden, iyiliklerden söz etmek, insana inanmak, daha yaşanılası bir dünyayı hayal veya umut etmek zorlaşıyor böyle zamanlarda. Sözün bittiği bir yerde duruyor, tökezliyor, susuyoruz. Morallerimiz bozuk, zihnimizde katmerli sorular; dost sohbetlerde döne dolaşa aynı çıkmaz konulara bir yol, bir çözüm arıyoruz. Bu memleketin bu cendereden huzurla, uyumla, barışla çıkmasını, çıkabilmesini istiyoruz. Lakin "nasıl"ını bilmiyor, bulamıyoruz. Alevleri düşünüyoruz, bir türlü söndürülemeyen ve ne vakit husumet rüzgârları esse daha da yayılıveren bu ateşi. Öyle bir yangın ki, kâh durulur gibi oluyor, kâh palazlanıyor ama işte kolay kolay dinmiyor. Bu canım ülkenin bir cennete dönüşmemesi için hiçbir sebep yokken... Bütün bir Müslüman coğrafyada Türkiye gibi başka bir örnek daha yokken... Kapkara bir yangın yeri karşısında nutkumuz tutulmuş vaziyette. Halbuki biz susarken, savaş çığırtkanları seslerini yükseltiyor habire. Böyle zamanlarda "nefret söylemi" inşa etmek en kolayı. Ama demokrasinin, toplumsal uzlaşmanın, eşitliğin ve adaletin derdini anlatamadığı noktalarda, hep ama hep öfkenin sesi oluyor haykıran. İnsanlık tarihi bunun sayısız örnekleriyle dolu. Alevleri düşündükçe, Türkiye´nin bir ucundan bir ucuna ocaklara düşen o kara matem karşısında, derin bir çaresizliktir hissettiğimiz. Susuyor, su-suyor, suya hasret çekiyoruz. Su ki bizim mayamız. Su ki kâinatın sırrı. Su ki insanın özü. Bu yangını yeni hiddet patlamaları yaratacak keskin söylemlerle değil, yani başka alevlerle değil, ancak suyla söndürebiliriz. Su, yani barış. Su, yani uyum. Su, yani uzlaşma. Su, yani daha fazla, daha samimi, daha hakiki bir demokrasi. Bu yüzyılın en korkunç felaketlerinden birine tanık olan Japonya bugünlerde ilginç bir su törenine hazırlanıyor. Amaç, her şeye rağmen ve her şeyin ötesinde, sevgiden ve ahenkten vazgeçmemek, insanlıkla ve tabiatla bütünleşebilmek, varlığın özüne dönebilmek, sakin ve huzurlu bir gelecek ve ortak değerler için kenetlenmek. Merakla izliyorum Japonya´daki bu yarı politik yarı mistik çıkışları. Temmuz ayı içinde büyük bir etkinlik planlanıyor. Dünyanın başka neresinde böyle bir şey mümkün olabilir, kestiremiyorum. Daha henüz yaralarını saramamış, inanılmaz badireler atlatmış, acılar çekmiş, bunca ölü, bu kadar ziyan vermiş bir ülkeden çıkan bu ılımlı, dingin, barışçıl ve umut dolu sesler ilgimi çekiyor. Uzakdoğu´nun bu noktasında umut nasıl ayakta duruyor, zihnimi kurcalıyor. Suyun dili olsa bize neler derdi acaba? Nasıl şaşırtırdı hepimizi anlattıklarıyla, sırlarıyla? Su gibi akışkan, nehirler gibi değişkeniz ya, ne yazık ki unutuveriyoruz nice zaman. Masuro Emoto, Japon bir yazar. Su kristallerinin fotoğraflarını çekmesiyle ünlü. Suyun formülü, malum, H2O. H´nin "mevcut olumlulukları görebilme ve takdir edebilme yetisi" olduğunu düşünüyor, yani bir anlamda "şükür". O ise muhabbete ve aşka tekabül ediyor, diyor. Velhasıl hayatın formülünün burada saklı olduğuna inanıyor. Aşk etken unsurdur, şükür ise edilgen. Şükür olmadan aşk, aşk olmadan şükür olmaz, diyor. Yin ve yang. Haline şükretmek demek "ensesine vur lokmasını al" bir vurdumduymazlık içinde olmak demek değil. Şükretmek aslında "görebilmek" demek, etrafındaki gizli ve açık güzellikleri. Tuhaf mı? Saçma mı? Karar vermeden önce Emoto´nun yaptığı deneylere bakmak lazım. Deneylerden birinde, iki grup insan iki ayrı su katresi önünde oturup durmadan konuşuyor. Birinci gruptakiler olumlu laflar söylerken, ikinciler sürekli hakaret ediyor ya da olumsuzluklardan dem vuruyor. Daha sonra her iki damlanın fotoğrafları çekildiğinde, küfürler edilen suyun yapısının tamamen bozulmuş olduğu görülüyor. Emoto´ya göre su cansız bir madde değil. Tam tersine. Yaşıyor, üstelik bir "bilinci" var. Yani madde, etrafındaki olaylara tepki veriyor. Eğer Emoto haklı ise bir düşünün, eğer bir su damlası bu kadar ´etkileniyor´ ise etrafındaki olumsuzluklardan, sudan müteşekkil insan kim bilir ne hale gelir nefret ortamlarında? Emoto´yu eleştirenler de mevcut elbette. Onun deneylerini yeterince bilimsel ya da ´rasyonel´ bulmayan bir kesim de var. Ama benim ilgimi çeken nokta Emoto´nun ve onun gibi düşünenlerin iddialarının bilimselliğinden ziyade yapıcı bir söylemin inşası. Bilhassa dar zamanlarda, çetin coğrafyalarda ateşin değil, suyun dilini konuşanlara ihtiyacımız var....
17 Temmuz 2011
|
İzlenme : 2919 |
Geri Dönmek İçin Tıklayın |
|
|
|