İstanbul Modern’in bahçesinde bir akşamüstü. Havada meltem, etraftaki insanların yüzlerinde merak, tebessüm. Az sonra bir edebiyat söyleşisi başlayacak. Bakıyorum da bir ben değilim heyecanlı olan, okurlar da öyle. Kimi sırf bu buluşma için kalkmış da nerelerden gelmiş, kimi işyerinden izin almış, kendisine anlayış gösteren patronuna bir de kitap imzalamamı istiyor mümkünse.
Kimi önemli bir randevuyu son anda iptal etmiş, kimi günler öncesinden hazırlanmış. Kimi yalnız gelmiş, kimi en can dostlarıyla. Kimi ise yaş gününü bu şekilde kutlamaya karar vermiş. Hem de kırkıncı yaş! Bu edebiyat etkinliğini minicik bir yaş günü hediyesi kabul etmiş, sahiplenmiş.
Söyleşi öncesinde bir gazeteci soruyor: “Duyduğumuza göre siz özellikle istemişsiniz bu buluşmanın gerçekleşmesini, merak ettik neden kabul ettiniz?”
Kabul ettim, hem de seve seve. Zira inanıyorum ki bu tür sohbetlere ruhumuzun da zihnimizin de çokça ihtiyacı var. Yani kitap konuşmaya. Eseri irdelemeye. Yazarı değil, şahısları değil, yazıyı analiz etmeye. Ve okurları da bu hasbihale eşit bir şekilde ortak etmeye.
*
Semih Gümüş ve Ömer Türkeş, Türk edebiyatına senelerce emek vermiş isimler. Her ikisi de hızla çeşitlenen kültür ve edebiyat dünyamızın en çok güven veren, en sebatkâr ve birikimli eleştirmenlerinden. Geçmişten bugüne her birinin gerek edebiyat üzerine genel değerlendirmelerini, gerekse kendi özelimdeki çözümlemelerini hep ilgiyle okudum.
Doğrusu fikirlerine ve tespitlerine katılmadığım zamanlar oldu, hatta içten içe, kendi kendime serzenişte bulunduğum da vakidir ama görüşlerine, emeklerine hep önem verdim, veririm. Çünkü bir ülkede edebiyatın kalitesi, edebiyat eleştirisinin niteliğiyle paralel olarak yükselir.
Edebiyat eleştirisinin derinliğini ve ciddiyetini yitirdiği ortamlarda ise bundan gene en çok yazarlar ve ardından tabii okurlar zarar görür. Kısacası inanıyorum ki, eleştirmenlik kurumu ve edebiyat eleştirisi geleneğinin varlığı, yazın hayatının beslenmesi, serpilmesi ve kendini geliştirebilmesi için olmazsa olmaz kaynaklardır.
Derken başlıyor etkinlik. Semih Gümüş, İskender üzerine üç tespit yaparak açıyor sözü. Göçmenlik olgusunun işlenmesi. Yarı Türk, yarı Kürt Toprak Ailesi özelinde bizden, içimizden acılara ve hüzünlere ve hayal kırıklıklarına yer verilmesi. Ve tüm bu çerçeve içinde sunulan İskender karakteri. Ardından bana soruyor: “Peki neydi romanın arka planı?”
*
Öteden beri kurcalardı aile kurumu zihnimin tellerini. Yarı gıpta yarı merak ile seyreder dururdum bir film gibi. Lakin buradan hareketle bir roman yazmak için beklediğimi, bazı şeylerin bende olgunlaşmasını istediğimi söyleyerek başlıyorum söze. Aile bir muamma, bir duygusal yumak ki çöz çözebilirsen. Hem böylesine sevgi ve şefkat dolu, hem bunca yara bere ve arıza.
“Aynı çatı altında bu kadar yakınken nasıl bu kadar uzak düşüyoruz? Ailenin bir ferdinin yüreğinde fırtınalar koparken, diğeri ne hisseder? Bir odanın kapısı kapandığı zaman, o kapının ardında anne çocuğun ya da çocuk annenin ne yaşadığını biliyor mu?”
Ömer Türkeş önce romandaki atmosferin ne kadar sağlam tutulduğuna dair sorular yöneltiyor, ardından dil ve üslup üzerinde uzun uzun duruyor. Kimlik, aidiyet ve insana dair temel meselelerin seneler içinde, romandan romana azalıp azalmadığını konuşuyoruz.
Hem samimiyetle cevaplıyor hem aynı anda ben de onlarla beraber düşünüyorum. Zaman zaman şaşırdığım da oluyor. Pinhan’dan bu yana geçen seneler içinde ne çok şey birikmiş konuşacak, onu görüyorum. İngilizce ve Türkçe yazmak, kültürel elit ile okur arasındaki mesafe, son dönemdeki tartışmalar dahil onlarca konu ele alınıyor, nitelikten en ufak bir ödün vermeden.
Söz okurlara gelince onlar da peş peşe sıralıyorlar sorularını. Türkiye’de bir yazarın politik duruşunun ne olması gerektiğinden Siyah Süt’te anlattığım parmak kadınlara; kadına yönelik şiddetten Türk edebiyatının dünya edebiyatına neler katabileceğine kadar geniş ve rengârenk bir yelpaze açılıyor önümüzde.
*
Program bittiğinde hep beraber alkışlıyoruz. Hemen herkeste adı konmamış bir kıvanç var, görüyor, seziyorum. Kaliteli, incelikli bir sohbet gerçekleştirmiş olmanın kıvancı; bende, eleştirmenlerde, okurlarda. El birliğiyle gerçekleştirdik bu sohbeti zira, gönül ve akıl birliğiyle.
Sevgili okurlarıma naçizane tavsiyem. İstanbul Modern ile Sabit Fikir işbirliğinde düzenlenen ve belli ki çok emek sarf edilen, bunca özen gösterilen bu edebiyat sohbetlerini kaçırmayın. Hatta müdavimi olun.
Hikâyelerimizi, harflerimizi paylaştıkça büyüdüğümüzü ve yaratıcılığın bulaşıcı olduğunu hatırlayalım böylece, bir kez daha.
21 Ağustos 2011