. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Deha bencil midir?

 

Evvel zaman kalbur saman içinde dünya kuruldu kurulalı “yalan” denilen hadise üçe ayrılır: Düpedüz ve art niyetle uydurulan büyük harfli yalanlar, karşıdakini kırmamak için söylenen mini minnacık yalancıklar ve bir de biz kadınların inanmayı sevdiği tuhaf yalanlar...

Birincilerin rengi çamur kahvesidir, boz bulanık; ikincilerinki malum, toz pembedir. Üçüncü kümedekiler ise kristal damlasıdır; ışığı kırar, çarpıtarak yansıtır. Bir bakarsın ebemkuşağı, bir bakarsın her nevi tondan azade. O kadar oyuncu, öyle avare.

Havva kızlarının haletiruhiyesi esrarengizdir, bir garip labirent ki kişiliklerimiz, içinden çıkabilene aşkolsun. Hatun taifesinin beyinlerinin işleme biçimi ise başlı başına bir muammadır, hep dolaylı, hep karmaşık. İnanmak istediğimiz yalanlar vardır nedense; bile bile lades oluruz, göz göre göre. Üstelik ders çıkarmayız mevcut hatalarımızdan; alnımızı çizgiler basar, göz kenarlarımızı kırışıklıklar; kırkına varır, belimizi basenlerimizi kalınlaştırır, ardından menopoz ülkesinin sınır kapılarına ulaşır, bir bakarız ki meğer gide gide bir arpa boyu yol kat etmişiz.

Kırk fırın ekmek yesek, kırk defa kalp ağrısı çekip kırk kez salya sümük ağlarken kendi kendimize kallavi yeminler etsek bile akıllanmaz, uslanmayız. Gene gider ilk fırsatta yanlış erkeklere âşık oluruz; yeniden tepetaklak yuvarlanırız, her yanımız yara bere.

Kadınların bile bile inandığı yalanlardan birincisi ve belki en önemlisi, “dehanın bencil olması gerektiği” safsatasıdır. Üstün yetenekli, fazlasıyla kabiliyetli, kimselere benzemeyen, tutkulu ve sıradışı erkeklerin ister istemez narsist olduklarına inanmışız bir kere. Bu önkabulle baktığımız için nice kabalığı, hoyratlığı görmezden gelir, sineye çeker, hafife alırız. Elimizde kar beyaz dantel örtüler, sevdiğimiz insanın hatalarının üstünü kapatır, el âlemden saklarız.

Biz kadınlar güzel yama yapar, leke çıkarır, kırıkları onarır, -mış gibi yaparız. Bu esnada habire açıklamalarda bulunuruz kendimize. Bir savunma halindeyiz gündüz gece. Ya suçluluk duyuyoruz, elimizde matkaplar oyuyoruz vicdanımızı, işlemediğimiz günahlardan bile kendimizi mesul tutmanın yollarını buluyoruz ya, bravo bize; yahut da defansta duruyor, sevdiğimizi aslanlar gibi, kaplanlar gibi savunuyoruz, sadece dış dünyaya değil, en çok da kendimize karşı, kendi yüreğimize.

Erkek dehasının ve başarısının doğası gereği bencil olduğuna kanaat getirmişiz bir kere. Fedakârlık üstüne fedakârlık yapabiliriz; erteler, saklar, bastırırız, yeter ki mutlu olsun eşimiz/nişanlımız/sevgilimiz. Vaziyeti idare etmek üstüne kurulu genelde ilişki ve evlilik anlayışımız. Çalışıyorsak işimizi bırakırız bu uğurda, hobilerimiz varsa, dert değil, onları da geri plana atarız; sofrada ve hayatta önce başkalarını doyurur, en son kendimize bakarız; arzularımızı, çocukluktan kalma hayallerimizi atlas bohçalara sarar, güve yemesin diye naftalinler, dolap tepelerine kaldırırız.

Erteleriz kendimize kavuşmayı, çıkmaz ayın çarşambasına. Kendi ellerimizle yarattığımız tuzdan heykelciklere taparız, farkında bile olmadan. Sanatçı ruhlu veya egosu yüksek yahut mesleğinde şöyle hırslı, kariyerinde böyle başarılı erkeklerin ziyadesiyle talepkâr olmalarını doğal karşılar, hayatımızın merkezinde durduklarına inanırız. Tereddütsüz onların yörüngelerine giriverir, döner dururuz bir ateşin etrafında pervane. Şehir efsaneleri vardır ya kuşaktan kuşağa aktarılan. Bir de cins-i latif efsaneleri vardır, hiç dinmeyen, azalmayan.

Frank Lloyd Wright, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en önemli mimarlarından biriydi. Getirdiği üslup, başlattığı akımlar tartışmasız saygı görmekte, dün olduğu gibi bugün de. Hâlâ bugün Amerika’da, Japonya’da, Doğu-Batı demeksizin onun geride bıraktığı miras korunmakta. Oldum olası severim eserlerini, yeniliklerini. Lakin işinde bunca kabil olan bu erkeğin özel hayatına baktığınızda ilginç bir boyut çıkıyor karşımıza.

Bir kadından bir kadına uçan bir kelebek adeta. Çabuk seven, sevdiğinden tez sıkılan, sıkıldığını jet hızıyla bırakan, kendini ve kendi ihtiyaçlarını her şeyin üstüne koyan, gene de kadınların âşık olmaktan geri duramadığı, uğruna çocuk üstüne çocuk yaptıkları, skandalları göze aldıkları, hatta evliliklerini bıraktıkları bir adam... Hem böylesine koca bir mimar, hem bir türlü büyümeyen erkek çocuğu...

Frank Lloyd Wright’ın hayatında dört kadın olmuş. Biri çocuklarının annesi Kitty. On küsur sene süren bir evlilik, sistematik sadakatsizlik. Derken feminist ve radikal fikirli Mamah’ya kapılır. İkisi de bu aşk uğruna evliliklerini ve çocuklarını bırakır. Mamah beklenmedik biçimde ölünce kendisi de bir sanatçı olan Miriam girer hayatına. Adeta tapar ona Miriam. Öyle ki Frank yeni bir kadına âşık olunca çıldırır, hepten kendini kaybeder. Ve yeni sevgili, yeni eş, ona hayran ona düşkün Olga. Dört kadının dördü de aynı şekilde sever mi bir adamı? Israrla, sebatla, kendilerine rağmen...

Merak ediyorum deha bencil midir illa? Ve biz kadınlar kendimizi bozuk akçe gibi harcamadan sevemez miyiz dâhi bir adamı?

11 Eylül 2011

 

 

İzlenme : 2741
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us