. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Mevlevihane’de dondurulmuş bir kavga sahnesi

Çizgi roman tarihinin duayenlerinden Asteriks’in bir macerası ‘dondurulmuş bir kavga sahnesi’ ile başlar. Sahnede karakterlerden biri avazı çıktığı kadar bağırmaktadır berikine, sesi çatal çatal, yüzü öfkeden dalga dalga pembe.

O bağırırken, anlatıcı kareyi dondurur ve okura bir soru sorar: ‘Peki ama buraya nasıl gelindi?’ Bu soruyu anlayabilmek için geriye gider hikâye ve başlar macera.

‘Dondurulmuş bir kavga sahnesi’ düşünün. Ama bu biraz farklı. Bu sefer fonda asırlık mezar taşları ve her milletten turistler ve tennureleri içinde semazenler olsun. Mekân Galata Mevlevihanesi. Ön tarafta uzun boylu bir adam bağırıyor avaz avaz. Bağırıyor bir başka adama. İkinci adamın elinde bir kamera var ama çekim yapmıyor. Fondaki turistler ve dervişler ve mezar taşları suskun, tedirgin; uzaktan uzaktan bakıyorlar bağıran adama. Ve ben anlatıcı olarak donduruyorum kareyi burada. ‘Peki ama buraya nasıl gelindi?

Kameranın üzerinde yazan logo iyi bir ipucu; oradan başlayabiliriz hikayeyi kovalamaya. TRT yazıyor kamera çantalarında. Türkiye’de son yirmi sene içinde televizyon kanallarının sayısında muazzam bir artış yaşandı, malûm, ama ne hikmetse kanallar çoğaldıkça, edebiyat ve kültür programlarında da belirgin bir azalma oldu. Seyircinin de programcıların da vakti ya da ilgisi yok sanata, sanatçıya. Bu anlamda TRT’nin hazırladığı bir program hayli sıra dışı bir çizgide duruyor. Yapımcısının da bir kalem ve sanat erbabı olması programa ayrı bir boyut katıyor. Sadık Yalsızuçanlar’ın hazırladığı bu program, edebiyatçılar hakkında yaklaşık 30 dakikalık belgeseller hazırlıyor. TRT çekim ekibi son derece özverili çalışarak, yazarları kişilikleri ve edebiyatlarıyla beraber ele alıyor, kıymet verdikleri anları yakalamaya çalışıyor.

Böylece hakkımdaki belgeselin çekimleri için bir araya gelip, başlıyoruz çalışmaya. İstanbul’un sokakları ve mezarlıkları en sevdiğim mekânlar olduğundan, biz de buralarda dolaşıyoruz çekim ekibiyle. Ekibin başında Feriha Hanım, romanlarımdaki ve hayatımdaki tasavvufa paralel mekân olsun diye bir de Galata Mevlevihanesi’ne gitmeyi öneriyor. Kendisi önceden izin almış. ‘Bir de, size bir sürprizimiz var.’ diyor. ‘Orada konuştuğum semazenler arasında hayranlarınız varmış. Onların ağzından dinleyeceğiz romanlarınızı, bilhassa Pinhan’ı!’ Böylelikle tutuyoruz Mevlevihane’nin yolunu. Bilenler bilir, İstiklal’in sonunda, Galip Dede Sokağı’ndadır Mevlevihane. Daha çok turistlerin ilgi gösterdiği sema ayinleri yapılır burada.

Oraya vardığımız andan itibaren müdür beyi sinirlendiriyor varlığımız. Kâh niçin burada çekim yapıldığına kızıyor, kâh niçin Türk televizyonlarının BBC kadar buraya ilgi göstermemiş olmasına. Bürokraside sıkışmış Çehov karakterleri geliyor aklıma. Sema bittikten sonra genç dervişlerden bir tanesi Pinhan için özel olarak kısacık bir sema yapmak istiyor. Onur duyuyorum. Ama ne yazık ki müdür bey izin vermiyor. Dondurulmuş sahnede bağıran adam o. Kendisi avaz avaz bağırmakta turistlerin önünde TRT kameramanına. ‘Burayı tekkeye çevirdiler! Tekke ve zaviyeler 1925 senesinde kapatılmıştır. Buranın tabelasına bakın ne yazıyor: Türkiye Cumhuriyeti Divan Edebiyatı Müzesi! Tekke değil burası müzedir müze. Atatürk ilkelerini çiğnetmem kimseye.’ Bir gerilim, bir tansiyon! Turistler şaşkın bakıyor uzaktan. Ben bu şartlar altında çekim yapılmasını istemiyorum. Çıkıyoruz Mevlevihane’den.

Yaşanan hadise küçük ama aslında bu memleketin bir türlü kurtulamadığı yapısal bir sorunu örnekliyor. Kendini Cumhuriyetin bekçisi, başkalarını da Cumhuriyetin düşmanı zannetme refleksi ne kadar eski. Anında kendini vatanın bekçisi olarak görüp, karşıdakini dışlamak, ötelemek, suçlamak. ‘Tekke’ kelimesine karşı nasıl da alerjik kimileri. Devlet televizyonu adına yapılan bir edebiyat programını dahi, ideolojik bir zemine kaydırmaya çalışmak ve yıllanmış, sirkeleşmiş ideolojik problemlerini olur olmadık yerlerde, ilgili ilgisiz bağıra çağıra dillendirmek! Ne ilgisi var bir edebiyat programının tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla? Ne sakıncası olabilir bir romancının bir semazen eşliğinde romanlarından bölümler okumasının? Niçin böylesine korkularla dolu bu memleketin bürokratları? Neden Atatürk’ün adını sırf kendilerine ait bir hak gibi kullanma gayretindeler? Sanki vatan sırça bir fanus, her an kırıldı kırılacak da, birileri kendilerini ‘cam koruyucusu’ ilan etmiş.

Daha da ironik olan şu. Tüm bu hoşnutsuzluklar Şeyh Galip’in türbesinin önünde yaşanıyor. Şeyh Galip ki asırlar evvelinde şöyle yazmıştı: Hoşça bak zatına, ki müpteyi âlemsin sen...

 

14.08.2005

 

İzlenme : 3593
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us