. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Dipsiz boşluk

Bireysel tarihlerimiz için şık miladlar hazırlıyoruz özene bezene. Bu yüzden işte, başlangıçlarımızda ne yazı, ne kelam, sadece dipsiz boşluklar var

 

 

Germen mitolojisinden Babil in kadim anlatılarına değin nice yaradılış efsanesine göre, başlangıçta ne yazı, ne de kelâm, yalnızca dipsiz boşluk vardı. Boşluğun her yerde hazır ve nazır olması, içine düşmeyi imkânsız kıldığından, sanıldığı kadar kötü bir şey değildi bu. Anksiyete çukuru, paranoya kuyusu, ölüm korkusu yoktu dolayısıyla; ya da git git bitmez evham dehlizleri... Korkulacak herşey, bir başka şeye değil, bizzat ve salt korkuya dairdi. Bu şartlar altında ne hastalık hastalıkları, ne tarifsiz aşk acıları yaşamak mümkün olduğundan, psikofarmakoloji de icat edilmemişti. Ne var ki, böylesine meselesiz, bitimsiz, ötekisiz olması o dipsiz boşluğun, içinin tamamen boş olduğu anlamına gelmiyordu. Güneş ve bulutlar vardı mesela; dolunay ile yıldızlar da. Tüm bunlar, birer cisimden ibaretti. Cisimleri vardı ama isimleri yoktu. Henüz adlandırılmadıkları için, kategorileri veya işlevleri ya da rolleri de yoktu. Nereye ait olduklarını, nerede dikilmeleri gerektiğini bilemediklerinden, fütursuzca salınırlardı sonsuz boşlukta.


Derken bir gün boşluk, kendini kustu. Altı üstüne gelince, dibi yüzeye çıkmış oldu. Kaos böyle doğdu. Ancak boşluğun aksine, ağır mı ağırdı kaos. Taşıması zor, yaşaması zordu. Tekinsizdi, belirsizdi, efendisizdi. Herkesin harcı değildi. Kaosu denetleyebilmek için, illa ki bir düzen kurmak gerekliydi. Düzenin kurulabilmesi için de, öncelikle isimlerin icat edilmesi. Cisimler işte böyle isimlendirildiler. İsimlendirildikçe, hem işlevlerini, hem de yerlerini bellediler. Güneş, güneşliğini bildi mesela ve sonsuz gökyüzünde tastamam nerede durması gerektiğini. O gün bugündür, "isim edinmek" ile "yerini bilmek" arasında sımsıkı, kaskatı bir ilişki sürmektedir. Ve bugün itibariyle yeryüzünde pek az millet bunun hikmetine Türkler kadar, Türkler gibi erebilmiştir.


Peregrini leri Osman a çevirememek "Hızlandırılmış Batılılaşma" ile "bir türlü Batılılaşamama" arasında sarkaç gibi gidip gelen toplumsal sergüzeştimizi, isimler ve isimlendirmeler tarihi olarak da okuyabiliriz. Yerimizi edinirken yitirdiğimiz ve yerimizi yitirirken edindiğimiz isimler tarihi olarak...

 

Taşıdığımız ve çocuklarımıza verdiğimiz isimler, mevcut toplumsal düzenleme içindeki adreslerimizdir aynı zamanda. Nerede durduğumuzu, nereye ait olduğumuzu gösterirler. Daha kundaktayken isimlerimiz, toplumsal göndermeleriyle birlikte okunur kulaklarımıza; hep bir başka role, ikincil bir anlama çağrıda bulunarak...


 

Aynı tarihçe, Türk edebiyatının gelişiminde de adım adım izlenebilir. Keza, ilk Türk romanlarında kullanılan tüm isimlerin illa ki bir kimliği temsilen seçilmiş olmaları da tesadüfi değildir. Hayalimiz, Halide Edip Adıvar ın yaptığı gibi, maneviyat arayışındaki tüm Batılıları kendimize benzetmek, tüm Peregrini leri Osman a çevirmekti. Yeter ki bir adım atsınlar bize doğru, öpe koklaya sevmeye hazırdık Doğu da anlam ve sığınak arayan tekmil Batılıları. Din değiştirip Müslüman olan Hıristiyanlara, Türkiye ye yerleşen yabancılara, her sene sektirmeden tatillerini burada geçiren turistlere ve bilhassa, Türklerle evlenip, çocuklarına Türkçe isimler koymayı kabullenmiş Batılı gelinlere vakfettiğimiz ayrıcalıklı sevgimizle severdik onları. Ama olmadı. Zaman, Peregrini leri Osman yapmadığı gibi, Osman ların aleyhine işledi.


 

Türk bürokrasisinin envai çeşit küçümen kademesinde tutulan zabıtlar, bizim hakkımızda en yakınlarımızın bile bilmediği bilgilere sahipler. Yıllardan beri Tunç olarak bildiğimiz birinin bir de Şevket i olduğunu; Emel in yanında Munise ya da Jülide nin kimliğinde bir de Hayrünisa yazdığını yalnızca bu zabıtlar ve bezgin zabitleri bütünüyle bilebilirler. Bilmedikleri, tıpkı isimlerimiz gibi, geçmişlerimizi de durmadan ayıklayıp azalttığımız. Pirinçten çöp ayıklar gibi çekip çıkarıyoruz aile tutanaklarından, soyağaçlarımızın dallarına nasılsa konuvermiş tüm uygunsuz anıları ve uyumsuz akrabaları. Hapse girmiş enişteler, tırlatmış kuzenler, nonoş amcalar, fingirdek halalar, intihara teşebbüs ve teşebbüsünde sebat etmiş büyükbüyük babalar... Tüm sıfatlarından ve hakikatlerinden arındırılarak, paketlenip boy boy diziliyorlar hafızalarımızın raflarında. Çocuklarımıza mümkün mertebe bahsetmiyoruz onlardan. Bahsettiğimizde de, temizleyerek sunmaya özen gösteriyoruz. Kılçığından arındırılmış balıklar onlar; hazmı kolay ve ölüler.


 

Gerçek çiler hakikat çilere karşı İsimlerimizi ve aile hikâyelerimizi ayıkladığımız gibi, yazdığımız ve konuştuğumuz dili de ayıklamanın gerekliliğine şartlanmış zihniyetlerimiz. Bir kelimenin, biri "Öztürkçe" diğeri
"Osmanlıca" iki karşılığı varsa, hangi ideolojik kamptan olduğumuza göre ya birini seçiyoruz, ya berikini. "Gerçek" kelimesini seçenler, "hakikat"i tedavülden kaldırma derdinde; "hakikat"çiler ise "gerçek"ten kurtulma peşinde. İkisinin asla, kat a aynı şey olmadığını; yazarken ya da konuşurken, farklı farklı durumlara göre, insanın bazen birini bazen berikini kullanabileceğini kabullenemiyoruz bir türlü. Böylesi bir karmaşa ağır geliyor zihinlerimize. Bize kaosu çağrıştırabilecek her türlü esriklikten
ve esneklikten kaçıyoruz sessizce.


Bireysel tarihlerimiz için şık miladlar hazırlıyoruz özene bezene. Bu yüzden işte, başlangıçlarımızda ne yazı, ne kelâm, sadece dipsiz boşluklar var. Ayıkladığımız kelimeler, sahiplenmediğimiz isimler, tanımazdan geldiğimiz akrabalar, anmamak için dilimizi ısırdığımız hatıralar, yani hayatı zor ama bir o kadar sahici kılan tüm şeyler... Hepsi atıldıkları çöplüklerde usul usul kokuşmakta ve ayıklanmış hayatlarımızın, ayıklanmış kültürümüzün yutucu boşluğunda bir başlarına salınmaktalar.

 

30-06-2002

 

İzlenme : 5256
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us