. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Geleneğin sembolleri

Daha evvel de kaleme almıştım gümüşe olan merakımı, sonra araya uzunca bir dönem girdi tamamen takısız. Bilmezdim hamilelik ve sonrasında takılardan arınacağımı. Öyle olması gerektiğini. Bugünlerde yeniden zuhur etti gümüşe olan tutkum.

Sonra dönüp seneler evvel kaleme aldığım bu yazıyı hatırladım: Nicedir İstanbul’un gümüş takı merkezlerinin daimi takipçisiyim. Nerede göz göre göre kazık yersiniz, nerede orijinal ürünler bulursunuz, sıradan bir yüzük için nereye, kendi geliştirdiğiniz modelleri yaptırmak için kime gitmelisiniz, nerede fabrikasyon biter zanaat başlar, zanaat dediğin sanat ile nasıl nerede kaynaşır, bu işin ustaları kimlerdir?.. Kah yakından kah uzaktan takip ederim. Severim gümüşü. Gümüş tutkunlarının en nefret ettiği şey “altın tutkunları”yla karıştırılmaktır. Gümüş tutkunları altın sevmez (tek bir istisnası var bunun bende, bir dostumdan aldığım altın bir kolye). Gümüşçüler, altına atfedilen maddi karşılıktan da parıltıdan da hazzetmez. Simkeşler itaat ve hürmet eder aradaki ayrıma. Bir dil tutturmuşuz kendi aramızda, anlaşırız.

İstanbul’un irili ufaklı gümüş tezgahları memleketin semboller haritasını çıkarmak için gayet önemli gözlem yerleridir aynı zamanda. Gümüşçüler gayet hızlı bir biçimde takip ederler memlekette esen siyasi rüzgarları. Toplumda yükselen, sistem tarafından yayılan ya da tam tersine, çeşitli alt kültürlerce üretilen-tüketilen değerleri, bir gümüşçü tezgahında dizi dizi bulabilirsiniz tüm açıklığıyla. Yüzükler, broşlar, bilezikler, anahtarlıklar... Mühürler, şifreler, semboller... Her biri cüssesinden daha öte, daha derin manalara gelen gümüş şekiller. Son zamanlarda bol bol basına malzeme olan hemen her mesele ve sembol anında yansıyor gümüş tezgahlarına. Başta milliyetçilik olmak üzere çeşitli ideolojilerin baş tacı ettiği sembollerden sosyalizm tarihinin önemli isimlerinin resimlerine, sağ amblemlerden sol sembollere, kimilerinin kafasında satanizm ile özdeş sembollerden barışçıl, hippi sembollere kadar neler neler yok ki gümüş tezgahlarında.

“Bunlar eskiden yoktu, şimdilerde moda oldu, her gün bir sürü sipariş alıyoruz. İlla da Osmanlı olsun istiyor artık müşteri.” diyor uğramadan edemediğim bir gümüşçü, tezgahın üzerindeki Osmanlı armalarını göstererek. Adeta Osmanlı’nın tüm ömrü hayatı ile özdeşleştirilen, ebediyet ve hakkaniyet atfedilen, oysa ancak imparatorluğun son dönemlerinde, o da Batılılaşma sürecine paralel olarak üretilen, 2. Mahmud döneminde İtalyan bir ressama sipariş edilen arma-i Osmani’den söz ediyor. Bunun yanı sıra bol bol tuğra var etrafta. Kime ait olduğu bilinmeyen, taklit ve türevden ibaret, pek çoğu özensizce yazılmış, kabasaba amblemler, maziye dair ne varsa, sembol sembol üstüne. Geleneğe gösterilen ilgi iyi hoş da, o kadar yüzeysel ki. İtinayla değil de sırf talebi karşılamak için hemencecik fabrikasyon üretilmiş bu malzemeler. “Eski”ye atıfta bulunan, ama eskilikten nasibini zerre almamış ürünler. Fabrikasyon tarih sembolleri maziye ilgi duyulmayan yerde...

“Yeni bir hayat lazım. Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahi bir yere basmak lazım” demişti Tanpınar Huzur’da. Velhasıl, “kökü mazide olan atiyiz” de, sahi mazi neresi, ati neresi? Mazi dediğin ne kadar geriye gider? Hangi dönemleri kapsar? Daha da önemlisi hangi dönemleri kapsamaz ve sahi niye kapsamaz? Elimizde elekler, bağdaş kurmuşuz kamusal alanda, mazi eliyoruz ha bire. Eleğin üzerinde kalanlar bizim, düşenler bizden değil. Gidenler tarihimizin, kimliğimizin, benliğimizin parçası sayılmıyor.

Ne var ki, geleneği görmek, sevmek, sürdürmek kadar onu araştırmak, ciddiye almak, dönüştürmek de şart. Tanpınar’ın zaman anlayışı sabit veya katı bir kütle değil, su. Su dediğin akmazsa bulanıklaşır, çağlamazsa kirlenir. Mazi dediğimiz başı sonu olmayan, kıyılarına varılmayan, sınırsız, bitimsiz ve lamekan bir süreç. Süreklilik içinde bir an. Tanpınar’ın mazisi, Bektaşi felsefesindeki “dem” gibi, zikr gibi, tekrara dayanan ama kesinlikle aynılığa dayanmayan bir bitimsiz tekerleme. Tekerrür aynilik demek değil, ne de çember yuvarlak. “Dem bu demdir dem bu dem...” zinciri içinde mazi bizimle, bu anın içinde.

 

04.03.2007

 

İzlenme : 3254
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us