. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Yazarlığın iki altın formülü

 

Yaptığım her imza gününde, gittiğim her edebiyat etkinliğinde karşıma çıkan ilginç bir durum var: Saklı edebiyatçılar ülkesi Türkiye. Potansiyel yazarlar ve potansiyel şairler ülkesi burası. O kadar çok insandan benzer sözler duyuyorum ki: "Benim kızım da öykü yazıyor", "Eşim senelerdir şiir yazar, hiç bırakmadı" ya da "Ben de gençliğimden beri bir şeyler karalıyorum". Öğrenciler, ev hanımları, serbest meslek sahipleri, doktorlar, memurlar... İlk bakışta edebiyatla ilgisi yok zannettiğiniz bir insan pat diye aynı şeyleri söyleyiveriyor: "Ben de yazıyorum." Ne tür şeyler yazdıklarını sorduğumda yarı mahcup açıklıyorlar, bir sırrı paylaşırcasına. "Denemeler, öyküler, şiirler.... Defterler dolusu!"

"Ne güzel" diyorum. "Kaleminize kuvvet. Peki neden edebiyat dergilerinde yahut sitelerinde yayınlatmaya çalışmıyor, dosya yapıp yayınevlerine yollamıyorsunuz? Niçin yazılarınızı kendinize saklıyorsunuz?" Tuhaf bir sessizlik oluyor. Yazmak tamam da, yazdıklarını paylaşmak zor. Bir genç kız büyük bir açıklıkla itiraf ediyor: "Reddedilirim diye korkuyorum." "Reddedilebilirsiniz, doğru. Kimse bunun garantisini veremez. Ama reddedile reddedile başarılı olan o kadar çok yazar ve şair var ki dünyada." "Evet ama yayınlansa daha mı iyi olur yoksa daha mı kötü?" diyor kısık bir sesle. "Denemelerim yayınlansa beni tanıyan herkes okur, o zaman da herkes eleştirir."

Eleştirirler ama sen gene de kapatma kendini. Eğer hayallerini ve hikâyelerini hep kapalı bir kutuda tutarsan inan ki o kutunun havası yetmez kelimelerine. Harf özgürlük sever. Harf sonsuzluk sever. Kapılar, pencereler açık olsun ister. Püfür püfür essin yel. Dört bucak yedi iklim sonsuzluk ister kelimeler. Ne kutu, ne çekmece, ne sandık yeter. İnan ki havasız kalır ilham perisi kapatıldığı yerde. Kanatları solar, benzi atar. Sen aç ruhunun kapılarını. Paylaş yazdıklarını cümle mahlukatla. Aç kendini kâinata. "Eleştirilirim, yerilirim, aman yanlış anlaşılırım" diye korkma. Eleştirilirsin, yerilirsin ve dahi yanlış anlaşılırsın, doğru. Ama başka türlü nasıl büyür ki insan, nasıl eğitilir nefs dediğin, nasıl mürekkebine kavuşur kalem?

Gelebilecek eleştirilerden çekindiğimizden yazmaya dair en temel, en insani heves ve hayallerimizi bile bastırıyoruz. Ertelenen kitap projeleriyle dolu zihinlerimiz. Halbuki pek çoğumuzun gönlünde bir kitap yazmak var. Günün birinde, işler biraz daha rayına oturunca, bir kenara üç beş kuruş para koyup çalışmak zorunda kalınmadığında oturup yazılacak bir kitap... Kimisi hayat hikâyesini yazmak istiyor, kimi bir tanıdığının başından geçenleri. Kimi geçmişin intikamını kitapla almak istiyor, kimi kalıcı bir eser bırakmak. Kimi bir kurgu peşinde, öyle bir kurgu ki sürekli yeniden yazılıyor zihinde. Fikirler güzel ama erteleniyor nedense. Halbuki kitap yazmanın gelecekle ilgisi yok. Yazmanın tek bir zamanı var: "Şu anda, şimdi".

Yazarlığın kalıbı yok. Genelgeçer reçetesi yok. Her insanın hayatı, kişiliği, mayası ve kimyası nasıl farklıysa, yazı serüveni de farklı olmak durumunda. Kimi kırkından sonra yazmaya başlar, kimi en güzel eserlerini gençliğinde verir. Kimi bir kitabı beş senede tamamlar, kimi beş ayda. Hiçbir yol diğerine üstün değildir. Aslolan ortaya çıkan eserin derinliğidir. Başkalarına bakarak değil ancak kendi içimizi görerek yazabiliriz. Her işte olduğu gibi burada da temel itki içeriden gelir insana, dışarıdan değil. Ama gene de formül arayanlara söyleyebileceğim tek şey şu: İki temel kaynaktan beslenir yazı. Birbirine zıt ama ikisi de kudretli iki ana akıntı eşlik eder edebiyatçıya.

Formül Bir: (Hınç/Hırs çarpı Emek artı Disiplin) bölü (Yalnızlık). Yazmanın ilk formülü kişisel hınçlar ve hırslarla bağlantılıdır. Kimi yazarlar ve şairler kızgınlıktan, kırgınlıktan, hakkının yenildiği ya da kıymetinin yeterince bilinmediği saplantısından, bir konuda kimsenin kendileri kadar uzman olmadığı inancından yahut birilerine bir şeyler anlatma arzusundan, bazen de kavgadan, kavgacılıktan beslenir. Hınç, hırs ve öfke... Üçü de kudretli çarklardır. İnsanı üretken kılabilirler. Yanısıra muhakkak emek ve disiplin gereklidir, bir de tabii yalnız kalmak. Yalnızlık olmadan yazarlık olmaz. Bu formül kısa vadede başarılı gibi görünse de uzun vadede tavsar. Öfke keskin sirkedir, kabına zarar. Hınçtan beslenen insan sonunda kendi bindiği dalı kesmeye başlar.

Formül iki: (Aşk/Tutku çarpı Emek artı Delilik) bölü (Yalnızlık). Burada temel etmen aşktır. Yaptığın işi sevdiğin için ve severek yapmak. Akıl mantıkla açıklanamayan bir öte boyutta gezinmek. İnsan niye âşık olduğunu bilebilir mi? Tek bildiği âşık olduğudur. Niyesi değil. Yazıya da âşık olunur. Kişi severek ve tutkuyla yazar. Yaptığı işi o kadar benimser ki yazmadan yaşamayı düşünemez bile. Disiplinin yerini delilik almıştır. Yazmaya koyuldu mu durmadan, duramadan, gece gündüz yazar. İçinden cin çıkartırcasına. Saatler, günler, aylar ve senelerce gıdım gıdım biriken emek. Ve tabii bir de yazarlığın olmazsa olmazı: yalnızlık. Yazarlığın iki altın formülü var. Bu ikisinden hangisinin seçileceği tamamen kişiye kalmış, kişinin ruhunun rengine.

 

22.11.2009

 

İzlenme : 3049
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us