. : Duyurular :  Elif Şafak resmi web sitesi: http://www.elifsafak.com.tr / Elif Şafak’ın twitter adresi: http://twitter.com/Elif_Safak / Facebook: http://www.facebook.com/Elif.Shafak
    Elif Şafak´la yeni kitabı ´Şemspare´yi konuştuk. Şafak, yeni bir romana başlamanın sancıları içinde sorularımızı yanıtladı. ´Bence bir Türk yazarın hiç ama hiç politikayla ilgilenmemek...Devamı >>

  Elif Şafak´ın mart başında çıkan yeni romanı "Aşk" kısa sürede en çok okunanlar arasındaki yerini aldı. Şafak önceki romanlarında olduğu gibi yine toplumsal kuralların, geleneklerin, gö...Devamı >>



Yazılar
Erkekliğin inşası

 

14 yaşındaydım. İspanya’dan yeni gelmişim. Ankara sokaklarında, yeni bir okula, yeni hayata alışmaya çalışıyorum. Bedenimle kavgalıyım. Benden habersiz büyüyor. Kızıyorum içten içe kendime. Biraz daha yavaş büyüyebilsem keşke, ya da tam tersine, şöyle ışık hızıyla kat etsem mesafeleri, seneleri. Bir anda kırk yaşıma varabilsem mesela! Ne güzel olur, oh ne rahatlık. Şu haliyle ne yeterince yavaş, ne yeterince süratli geçiyor zaman. Buluğ çağında olmayı sevmiyorum. Kucağımda kitaplarla yürüyorum, göğüslerimi saklaya saklaya. Bir tek ben değil, birçok genç kız böyle yürüyor o günlerde ve halen bugün, Ankara sokaklarında. Çantalarımız, kitaplarımız, dosyalarımız, her an kalkan gibi kullanmaya hazırız, hep yarı tedirgin. Neden? Çünkü sokaklar erkek.

ERKEK KALDIRIMLAR   

Otobüse biniyorum. Arka sıralara doğru yürüyorum. İzliyorum insanları. Aileler, memurlar, öğrenciler... Yorgun yüzler. Sene 1985. Ne kadar çok hayat var anlatılmayı bekleyen, ne çok hikâye. Bunları düşünüyorum. Derken ön sıralarda genç bir kadın bir erkeği azarlıyor. Adam pişkince cevaplar veriyor. “Cık-cık-cık, olmaz ki” diye başını sallayanlar, belli ki adamı ayıplayanlar oluyor ama kimse meseleye bulaşmak istemiyor. Canım sıkılıyor. Ben utanıyorum, adamın adına. Kadınların otobüslerde böyle tedirgin edilmesine inanamıyorum. Madrid’de yaşamışım. Madrid sokaklarında İspanyol kadınların özgürce yürüdüklerini görmeye alışmışım. Kızılay otobüsünde bir kadının çantasından dikiş iğnesi çıkardığını görünce nedenini anlamıyorum. Sonradan öğreniyorum. Olur da sıkıştıran çıkarsa batırmak içinmiş. Kadınlar birbirlerine tavsiye ediyorlar, “Çantanda iğne bulundur!”

Bunları pek konuşmuyoruz. Bunları yazmıyoruz. Ama bunlar yaşanıyor. Ne yazık, dün olduğu gibi bugün de. Hâlâ öyle, 14 yaşında genç kızlarımız kitaplarıyla göğüslerini saklayarak yürür, aynı yaşta delikanlılarımız bağıra çağıra, şakalaşarak, erkek olmanın rahatlığıyla biner toplu taşıma araçlarına. Dolmuşa binersin. Ön sıradasın. Solundaki erkek, alışkanlık üzre bacaklarını açarak oturur, adeta iki kişilik yer kaplar. Sağındaki kadın, dizlerini bitiştirir, hanım hanımcık oturur. Sen orta yerde, aradaki farka takılır kalırsın. Sonuçta ne ki? İnsan, sadece insan değil mi özümüz?

Madem bu konular meclis gündeminde bugünlerde, biraz daha yakından bakalım meseleye. Hiçbir erkek milletvekili bunu anlayamaz. Sokakta tek başına yürürken, karşıdan gelen bir grup erkek tarafından sıkıştırılmak, laf atılmak, taciz edilmek, bütün bunlar insanı nasıl incitir, nasıl yaralar, sadece kadınlar bilir, ama onlar da konuşmaz. Halbuki konuşmadan da bu meseleler aşılmaz. Türkiye’de sokaklar erkek. Kaldırımlar erkek.

KADIN DOĞMUYOR, OLUYORUZ 

Sekiz yaşındayım. Unutmadım. Annemle Ulus’ta yürüyoruz. O dul bir kadın. Boşanmış, bir daha evlenmemiş. Beni tek başına yetiştiriyor. Maddi zorluklarımız var o senelerde. Ve oldukça ataerkil bir ortam. Annem ayaklarının üstünde duruyor, mücadele ediyor. Öğretmenlik yapıyor o dönemde. Akşam vakti okuldan çıkmış, beraber yürüyoruz. Karşıdan bir adam geliyor. Üstümüze üstümüze. Annemin adama bağırdığını hatırlıyorum, çantasıyla vurduğunu. Üzüldüğünü, yol ortasına çöküp ağladığını. Kimsenin yardım etmediğini. Derken bir kadının yanımıza gelip bize mendil uzattığını hatırlıyorum. İç çektiğini.“Aman be kardeş....” dediğini.

Aman be kardeş.....

Simone de Beauvoir o meşhur tespitini yapalı çok zaman oldu. “Kadın doğmuyoruz, kadın oluyoruz” demişti. Yani öğreniyoruz rollerimizi. Yaşadıkça, büyüdükçe, toplumsallaştıkça. Ama şu da var ki “erkek” de doğmuyoruz aslında. Erkek oluyoruz. Erkeklik de öğreniliyor. Tuğla üstüne tuğla koyarcasına inşa ediliyor zamanla. Ve ataerkil bir toplumda erkek olmak hiç kolay degil. Erkek de mevcut rollerden azıcık sapmayagörsün, birazcık farklı giyinsin ya da farklı olsun mesela, zorlanıyor bu haliyle kendine yer bulmakta.

OĞLAN ANNELERİNE YAZI...  

Ne yazık ki, sokakta kadınlara laf atan ama kendi kız kardeşlerine yan gözle bakılınca kanına dokunan bir erkeklik modeli var. Ve gene ne yazık ki, biz kadınlar yetiştiriyoruz onları. Doğdukları andan itibaren “Koçum, Sultanım, Aslanım....” diye diye. Onları ayrıcalıklı olduklarına gene biz anneler inandırıyoruz. Sonra o zanla onlar gidip başka kadınların kalplerini kırdıklarında kendimize hiç pay çıkarmıyoruz.

Ben bu yazıyı oğlan annelerine yazıyorum, özellikle onlara. Ne olur biraz daha dikkat. Evlatlarımıza şunu öğretemiyorsak bir yerde hata yapıyoruz. “Gördüğün ve tanıştığın her kadına eşit davran, insanca, ezmeden, tıpkı kendi kız kardeşine davranılmasını istediğin gibi ya da kendi annene.” Yok şayet, kız çocuklarımızı erkek çocuklarımızdan farklı yetiştiriyorsak, onlara bir nebze bile olsa üstün ve ayrıcalıklı davranıyorsak, bir toplumsal adaletsizlik ve eşitsizliğin devamına katkıda bulunuyoruz demektir. Ama bilerek ama bilmeyerek.

 

13 Şubat 2011

 

İzlenme : 2737
Geri Dönmek İçin Tıklayın
www.elifsafak.com.tr      :                                                         © 2006 - 2024 www.elifsafak.us